10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü

10.12.2023

İnsan Hakları Günü, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nin kabul edildiği gün olan 10 Aralık 1948'den bu yana her 10 Aralık'ta kutlanmaktadır. Bildirinin kabul edilmesinin 75. Yılında Tüm İnsanların sahip oldukları onur ve haklarda eşit olduğu bilinciyle; insan hakları savunması, hala büyük bir meşale olarak insanlığın yolunu aydınlatmaya devam etmektedir, edecektir. Bugün yine, Ekonomik kriz ve açlık ve yoksulluğa karşı ekonomik ve sosyal haklarımızı, savaşa karşı barışı, her türlü baskı ve zulüme karşı insan hakları değerlerini ve demokrasiyi, eşitliği, laikliği ve hukuku, adaleti savunuyoruz…

BM, İkinci Dünya Savaşı’nın yol açtığı ağır insani yıkımın bir daha asla yaşanmaması için, barış, insan hakları ve demokrasi ideallerine dayalı, uluslararası bir sistem oluşturma hedefiyle inşa edilmiştir. Bugün gelinen noktada maalesef bu ideallerin çok gerisinde kalınmıştır.

Evrensel Bildirge’de yer alan hak ve özgürlüklere dayalı uluslararası bir düzen hâlâ kurulamamıştır. BM, varoluş gerekçesiyle çelişir biçimde, hak ihlallerinin başlıca sebebi olan savaşları ve iç savaşları önlemede/sonlandırmada, mülteci krizlerine müdahalede, küresel çapta doğal ve kültürel mirasın korunmasında, yoksullukla ve adaletsizlikle mücadelede, başta kadınlara yönelik olmak üzere her türlü ayrımcılığı sonlandırmada yeterince etkin olamamaktadır.

Maalesef emperyalist devletlerin bir araya gelerek oluşturduğu çıkar ilişkileri, askeri ve ekonomik birliktelikler, insanların hak ve özgürlüklerini kullanmalarının önünde birer engele dönüşmüştür. Özellikle devletlerin demokrasi ve hukuk taahhüdünden giderek uzaklaşmaları insanlığın en önemli kazanımlarından birisi olan insan haklarının hem bir referans sistemi hem de bir denetim mekanizması olarak zayıflamasına yol açmıştır.

Yaşanan tüm olumsuzluklara karşın, dünyanın her yerinde halklar özgürlük, adalet, eşitlik ve insan hakları talepleriyle itirazlarını yükseltmektedirler. Giderek baskıcı tabiat kazanmakta olan bir çok hükümetin bu itirazlara yanıtı ise şiddetin her türünü sistematikleştirip yaygınlaştırmak ve hayatın tek gerçeği olarak toplumlara dayatmak şeklinde olmaktadır. Dünyanın her tarafında insan hakları sokaklarda, savunulurken, maalesef şiddet kullanılarak bastırılmaya çalışılmaktadır. Bugün tüm dünyanın içinde olduğu ağır kriz karşısında insan haklarını savunmak ve kurucu rolünü yeniden etkin kılmak en asli görevimizdir.

Bu çoklu kriz hali Türkiye’de de tüm yoğunluğu ve ağırlığı ile yaşanmaktadır. Ülke, 2016 yılından bu yana önce doğrudan, 19 Temmuz 2018 tarihinden itibaren de resmen kaldırıldığı söylense de yapılan pek çok düzenleme ile kalıcılık/süreklilik kazandırılan bir OHAL rejimi ile yönetilmektedir. Bu durum/süreç, siyasal iktidarın gücünü sınırlandıran anayasacılık ilkesinin terkedilmesine, kuvvetler ayrılığının terkedilerek, hukukun ve tüm yürütme kurumlarının baskıcı rejimin birer “aracı” haline getirilmesiyle, keyfiliğin, öngörülmezliğin ve bilhassa da belirsizliğin kamusal alana hakim kılınmasına yol açmıştır. Özellikle bir yönetim tekniği olarak başvurduğu belirsizlik yaratma gücü, öngörülmez bir yaşam ortamının dayatılması siyasal iktidara erkini daha da merkezileştirip toplum üzerindeki baskı ve kontrolünü arttırma olanağı sağlamaktadır.

Siyasal iktidarın ekonomiden toplum sağlığına, eğitimden bütçe kontrolüne kadar ülkenin tüm meselelerini güvenlik sorunu haline getiren, toplumu kutuplaştıran, ülke içinde ve dışında şiddeti esas alan ve ayrıca uluslararası sorunların çözümünde çatışma ve savaşı tek yöntem haline getiren politikaları sonucunda 2022 yılında ülkede yüksek sayılarda yaşam hakkı ihlalleri yaşanmıştır. Çok faklı toplumsal kesimlerden insanlar ya doğrudan kolluk güçlerinin şiddeti ya da devletin “önleme ve koruma” yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu, yapısal şiddetin ve/veya üçüncü kişiler tarafından gerçekleştirilen şiddet neticesinde yaşamlarını yitirmişlerdir.

Devletlerin insan haklarına yönelik saygısının dolayımsız göstergesi olan hapishaneler, bugün Türkiye’de siyasal iktidarın hukuku bir baskı ve sindirme aracı olarak kullanmasının sonucunda tıka basa dolu durumdadır. Yaşam hakkı ihlalinden işkenceye, sağlık hakkına ifade özgürlüğünün korunması ve etkin kullanımı, demokratik bir toplumun can damarlarından birini oluşturur. Farklı fikir ve görüşlerin kamusal alanda özgürce dolaşıma girmesi; siyasal çoğulculuğun esası olan özgür tartışma ortamının, bağımsız medya ve canlı bir sivil toplumun varlığı; toplumsal talepler etrafında kamuoyu oluşturulabilmesi; siyasal karar alıcılara yönelik eleştirilerin dillendirilmesi ve kamu gücünü kullanan makamların yurttaşlar tarafından denetlenebilmesi ancak ifade özgürlüğünün korunduğu ve etkin biçimde kullanıldığı koşullarda mümkün olabilir. Oysa OHAL ilanıyla birlikte siyasal iktidarın düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamaları, özellikle de basın ve insan hakları savunucuları üzerindeki kaygı verici boyutta artan baskı ve kontrolü devamlılık kazanmıştır ve giderek ağırlaşmaktadır. 

Uzun zamandır olduğu gibi bu sene de toplantı ve gösteri yapma özgürlüğü açısından kısıtlama ve ihlallerin kural, özgürlüklerin kullanımının ise istisna olduğu bir yıl olmuştur. Yıl içinde her toplumsal kesimden kişi ve grup, toplanma ve gösteri yapma özgürlüklerini mülki amirlerin yasakları ve/veya kolluk güçlerinin fiili müdahaleleri sonucunda kullanamamıştır. Cumartesi Anneleri’nin, Galatasaray Meydanı’nda oturmalarının yasaklanması devam etmiştir. Anayasa tarafından da teminat altına alınmış olan toplanma ve gösteri yapma özgürlüklerini çeşitli vesilelerle kullanmak isteyen sivil toplum kuruluşları akıl almaz engellemeler ile karşılaşmışlardır. 

Oysaki toplumun hayatını ve canlılığını temsil eden sivil toplum kuruluşları esas olarak, kamu yönetiminin eksikleri ve yanlışlıklarını dile getirerek toplumsal farkımndalığı artırmakla görevlidir ve bu işlevini hiçbir şekilde savsaklamadan her koşulda yerine getirme yükümlülüğünü taşırlar. Anayasanın ve ve imza altına alınmış evrensel hukuk kurallarının gereği budur. Bu gerçeğe rağmen ülkemizde fikir özgürlüğü, sorunlarını ifade etme çabası ve toplumun farkındalığını artırma çabası, sürekli engellenmekte ve bu hakkı savunmaya çalışanların, evrensel hukuk normlarına göre suç sayılan kötü muamele ve işkenceye kadar varan ağır zulüme uğraması önemli bir insan hakları sorunu olarak ortada durmaktadır. Tüm bunları meşrulaştıracak ohla uygulaması de favto olarak devam etmektedir. Örgütlenme özgürlüğü, demokrasilerin işlemesi için elzem olan temel insan haklarından biridir. Türkiye’de yurttaşlar, toplu olarak bir araya gelip eyleyemedikleri ve düşüncelerini açıklayamadıkları için örgütlenme özgürlüklerini de kullanamamakta, müşterek geleceklerini şekillendirmek üzere sivil ve kamusal alana örgütlü olarak katılamamaktadırlar. Bu yıl da  insan hakları örgütlerinin, dernek, vakıf, emek ve meslek örgütleri ile siyasi partilerin çok sayıda üye ve yöneticisi gözaltına alınmış, tutuklanmış, haklarında açılan davalar ile üzerlerinde baskı oluşturulmaya çalışılmıştır.

Netekim 30 kasım 2023 tarihinde TTB Merkez konseyinin görevden hukuksuz olarak alınması kararı, ‘amaç dışında faaliyette bulunma’ iddiasıyla  görevden alınması, örgütlenme özgürlüğünü endişe verici bir şekilde tehdit eden bir süreçtir.  Amaç, hakikati görme kapasitesini genişletmiş, sıradanlaştırılan kötülüğü anlatma riskini göze almış kişi ve kuruluşların seslerini kısarak insan hakları, barış ve demokrasi mücadelesini baskı altına almak, kamusal ve sivil alanı tümden kapatmaktır. TTB ve bünyesindeki 103 binden fazla hekim ve 65 tabip odası bu hukuksuz kararın kaldırılması için her türlü çabayı ve direnci, mücadeleyi gösterecektir. 

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının kadınlar ve LGBTİ+’lar için ne anlama geldiğini  yıllardır yüzlerce kadının erkekler tarafından öldürülmesi, LGBTİ+’ların nefret saldırıları sonucu yaşamlarını yitirmesi, yapılan barışçıl toplantı ve gösterilerin mülki idare amirleri tarafından yasaklanması ya da kolluk güçlerinin şiddet uygulayarak müdahalesine sahne olması ve engellenmesi, yüzlerce kadın ve LGBTİ+’nın işkence ve diğer kötü muamele ile gözaltına alınması, doğrudan ağır insan hakları ihlali olarak kaydedilmektedir. 

Türkiye son kırk yılın en ağır ekonomik krizlerinden birini yaşıyor. Yıllardır uygulanan borçlanmaya dayalı neoliberal ekonomi politikalarının, savaş ve çatışma harcamalarının sebep olduğu ekonomik kriz ve derin yoksullaşma, yurttaşların hem biyolojik hem de sosyal yaşamlarını sürdürebilmelerini tümüyle imkansız kılan ağır insan hakları ihlalidir. Hayat pahalılığı, işsizlik, yoksulluk, güvencesizleşme ve örgütsüzleşme toplumun kırılgan kesimlerini, kadınları, çocukları, mülteci ve sığınmacıları vurmaktadır. Bu koşullarda işçi ve emekçilerin kazanılmış haklarına dokunulmamalı, enflasyon rakamları manipüle edilmemeli, kıdem tazminatı hakkına dokunulmamalı ve iş cinayetleri önlenmelidir. İşçi ve emekçilerin hak arama eylemleri yasaklanmamalı, sendikalaşma, grev ve toplu eylem hakkı güvenceye alınmalıdır.

Eğitimin dinselleştirilmesinden, üniversite öğrencilerinin büyük şehirlerin ortasında barınaksız, aç susuz bırakılmasından, aile hekimlerinin ağır çalışma koşulları ve haklarının istismarına kadar, işyeri hekimlerinin sömürü sisteminin içinde yorgun ve bitap bırakılmasından, kurum hekimlerinin haksız bir sistem içinde bırakılmasına kadar tüm haklarımızı, temel insan haklarıyla birlikte savunmaya kararlıyız. 

Asistanların niteliksiz bir eğitim ile ağır çalışma koşulları içinde çaresiz kalmasından, öğretim üyelerinin araştırma geliştirme ve eğitim çabalarının yok edilmesi bir yana doğrudan yoksulluk sınırının altında bir gelire mahküm edilmesine, plansız programsız üniversite açarak, eğitim haklarının niteliksiz bir sürece dönüştürülmesine, itirazımız devam edecektir. 

Sağlık alanındaki mali, idari, hukuki, fiziki ve sözle şiddetin her türünün insan hakları ihlalinin en ileri şekli olduğunu haykırarak, bu şiddet ortamında hekimlik yapılamayacağını, insan haklarımızla birlikte sonuna kadar savunacağız. Hekimleri her türlü baskı altına alarak mesleklerini özgürce ve tedavi etme özgürlüğü içinde yapmalarına engel her türlü uygulamaya itirazımız vardır. Beş dakikada hasta bakılmasından, acillerdeki yığılmaya ve ağır şiddet risklerine, donanımsız ve araç gereçsiz heyüla hastane binalarında yalnız bırakılmış ve hiçbir imkandan yararlanmadan hizmet verilmesini dayatan sağlık hizmetini işportacı zihniyetiyle yürütmeye çalışan yaklaşıma itirazımız vardır. 

Bu ülkenin zaten çok kıtlaştırılmış kaynaklarından çok azının ayrıldığı sağlık bütçesinin bir de hem şehir hastanelerine ve hem de özel sektördeki zincir hastanelere saçılıp sıvanmasını karşı durmayı görev biliriz ve bunu  sağlık hizmeti almak için sanal kuyruklara girmiş insanlarımızın hakkı olarak savunmaya devam edeceğiz. 

Kendi ülkesinde hekimlik yapmak için çaba gösteren ama yurtdışına gitmek zorunda bırakılan meslektaşlarımızın haklarını savunmaya devam edeceğiz. 

Biz hem hekimlerin ve hem de halkımızın sağlık hakkını savunurken, TTB ve Tabip Odalarının, fikir özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğünü,  sorunlarımızı  halkımızla paylaşmayı öngören her türlü girişimimizi, hak ve hukuk çerçevesinde, insan hakları çerçevesinde demokrasi çerçevesinde savunmaya ve kullanmaya devam edeceğiz. 

Son söz olarak; var oluş nedenleri hak ihlallerinin son bulduğu, adalet, barış ve demokrasinin tesis edildiği hukukun üstün olduğu bir ülke ve dünyaya ulaşmak olan bizler, dün olduğu gibi bundan sonra da tüm zorluklara karşın ihlallere karşı gelip,  belgeleyip, raporlayarak görünür kılmaya, halkımızla paylaşmaya, kamu yönetimini uyarmaya, böylelikle haksızlık ve hukuksuzlukları önlemeye, cezasızlıkla mücadele etmeye ve insan haklarına saygıyı yükseltmeye devam edeceğiz.

Bu haber 153 kez okunmuştur.