Barış evrensel bir insan hakkıdır, bu hakkımızı savunmak üzere bir aradayız.
Birleşmiş Milletler, 1945 yılında kabul ve ilan edilen BM Şartı ile kurulmuştur. Şartın Giriş bölümü ile 1. ve 2. maddelerinde Birleşmiş Milletlerin barış ile insan hak ve özgürlüklerine saygıyı güçlendirme amacı vurgulanır. BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin başlangıç maddesi ile 28. maddesinde barış ve barışın temellendirileceği uluslararası ve ulusal sosyal düzenlerin, bu bildiride yer alan haklara ve özgürlüklere dayanması gerekliliği vurgulanır.
BM Genel Kurulu, Halkların Barış Hakkına Dair Bildiriyi Genel Kurul’un 12 Kasım 1984 tarihli oturumunda kabul ve ilan etmiştir. Bildiride barış hakkının kutsallığı, bu hakkı korumanın ve uygulanmasını sağlamanın da devletler için bir yükümlülük olduğu vurgulanır.
BM Genel Kurulunun 19 Aralık 2016 tarihli kararı ile Barış Hakkı Bildirisi kabul ve ilan edilmiştir. BM İnsan Hakları Konseyinin 22 Haziran 2017 tarihli kararı ile de barış hakkının desteklenmesi gerektiği üye ülkelere hatırlatılmıştır.
Barış talebinin, medeni ve siyasi haklarla (yaşam hakkı, işkence yasağı, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, adil yargılanma hakkı, din ve vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü vb.) olduğu kadar; ekonomik, sosyal ve kültürel haklar (çalışma hakkı, konut hakkı, sağlık hakkı, eğitim hakkı, dil hakları) ile de ilişkisi bulunmaktadır.
Bu metinlerde temel yaklaşım, barışın insan hakları ve özgürlüklere dayalı oluşudur. İnsanlar arasındaki her türden eşitsizlikler, hakların ve özgürlüklerin tanınmayışı, savaşların ve çatışmaların temel sebebidir. O nedenle, her şart altında ve dünyanın neresinde olursa olsun, barışın haklara ve özgürlüklere dayalı olarak sağlanabileceği düşüncesindeyiz.
BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesinin 20. Maddesi, Savaş propagandası ve düşmanlığı savunma yasağı başlığı altında “1. Her türlü savaş propagandası hukuk tarafından yasaklanır. 2. Ayrımcılığa, kin ve nefrete veya şiddete tahrik eden herhangi bir ulusal, ırksal veya dinsel düşmanlığın savunulması hukuk tarafından yasaklanır.” Şeklinde hükümle Devletleri barışı koruma ve büyütmeye çağırmaktadır.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi başlangıç bölümünde barışın temelini: “İnsanlık ailesinin bütün üyelerinin doğal yapısındaki onuru ile eşit ve devredilemez haklarını tanımanın dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğunu” şeklinde vurgulamaktadır.
Türkiye etnik, dilsel, dinsel ve kültürel özellikleri bakımından çoğulcu bir dokuya sahiptir. Çoğulculuk, “herkes farklı, herkes eşit” sloganında ifadesini bulur. Çoğulculuk aynı zamanda demokrasinin de temelidir. Demokrasi ile insan hakları arasında koparılamaz bir bağ bulunmaktadır.
Kadın ve LGBTİ + cinayetlerinin önlenememesi, kadına, LGBTİ + lara ve çocuklara yönelik taciz ve tecavüzün artması böylesi bir şiddet ortamı ile de izah edilebilir. Nefret saiki ile artan ırkçı saldırılarda ise yükseliş eğilimi artmaktadır.
Ülkemizin getirildiği rejim değişikliği ve otoriter bir yönetim anlayışının yarattığı sürekli bir baskı ortamı şiddet ve nefret dilinin yaygınlaşması ve keskinleşmesine, aynı zamanda da ekonomide telafi edilemez ağır kayıplar meydana getirmekte kitleleri hızla yoksulluğa sürükleyerek sürekli bir ekonomik kriz hali oluşturmaktadır. Türkiye’de ve bölgemizde süren savaş ve çatışmalı ortam ekonomik krizi arttırmakta ve halkın daha da yoksullaşmasına neden olmaktadır. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki kaynaklarının büyük bir çoğunluğunu silaha ve savaşa ayıran ülkelerde yoksulluk artmaktadır. Ülkemiz Türkiye de bu kategoride yer almaktadır.
Ülkemizde açlık ve yoksulluk dile getirildiğinde yetkililer “bir mermi kaç paradır, biliyor musunuz?” diyerek yoksulluğun en önemli nedeninin savaş ve çatışmalı ortam olduğunu çıplak bir şekilde beyan etmektedir. Seçim çalışmalarında, üretilen insansız hava araçları, tank ve benzeri silahların üretimi ve yürütülen çatışmalı ortam propaganda malzemesi yapılmaktadır. Silahların üretimi ülkenin kalkınması olarak gösterilmektedir.
Savaşlarda kullanılan kimyasal silahların doğayı yok ettiğini 2 Dünya Savaşının sonuçları göstermektedir. İkinci Dünya Savaşında Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının çevresel etkileri aradan geçen 79 yıla rağmen devam ettiği görülmesine rağmen kimyasal silahlar halen kullanılmaktadır.
Siyasi ve toplumsal muhalefet üzerindeki her türden baskı, İfade, örgütlenme ve toplanma hakkının önündeki engeller kaldırılmalıdır.
Türkiye’nin siyasi partileri ve toplumsal muhalefeti barışa odaklandığı taktirde kesinlikle yeni bir barış sürecinin önünün açılacağı düşüncesindeyiz. Bu süreçlere siyasal ve toplumsal kesimlerin katılması sağlanmalı, süreçlerin yasal güvencesi oluşturularak nihayetinde ise anlaşma ile anayasal ve yasal çözümler bulunmalıdır.
İşsizlik artıyorsa, insanca yaşayacak bir ücret alınamıyorsa, üniversite öğrencileri yurt bulamıyorsa, depremde binalar insanların üzerine çöküyorsa, adaletsizlik, liyakatsizlik, insan kayırmalar oluyorsa, muhalifler cezaevlerini dolduruyorsa, ülkenin yüzde sekseni yoksulluk sınırının altında yaşıyorsa bunun tek bir nedeni vardır; barışın olmayışı.
Emek ve Demokrasi güçleri olarak, Türkiye’de barışa giden yolun barış hakkı mücadelesi ile olacağını biliyoruz.
Emek ve Demokrasi güçleri olarak, ülkemiz başta olmak üzere tüm dünyada barışın egemen olduğu bir yaşam için barış hakkı mücadelemizi sürdüreceğiz.
Savaşsız, sömürüsüz bir Dünya için hep birlikte Barış diyelim!