İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda 10 Aralık 1948 de kabul edilmiş, 7 ay sonra ülkemizde Resmî Gazete de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Evrensel Beyanname’nin başlangıç bölümünde insanlık ailesinin bütün üyeleri için eşit, bölünemez ve devredilemez hakların tanınmasının, dünyada özgürlüğün, adaletin ve barışın temeli olduğu; eğer hakları korunamıyor ise herkesin zulüm ve baskıya karşı son çare olarak direnme hakkına başvurmak zorunda kalabileceği, bu mecburiyetin yaşanmaması için de insan haklarının bir “hukuk rejimi” ile korunmasının zaruret olduğu belirtilmiştir.
72 yılda yaşanan ekonomik, sosyal değişimler; en temel insan hakları ile mücadeleyle kazanılmış ikinci kuşak çalışma hakkı, sendika hakkı, eğitim hakkı ve dayanışma haklarını içeren üçüncü kuşak barış, çevre haklarını beraberinde getirmiştir. Mücadeleyle kazanılan bu haklar bir bütündür.
Doğanın talan edildiği, çevre hak ihlallerinin arttığı süreçte kapitalizmin krizine eklenen Covid 19 pandemisi şaşırtıcı olmamıştır. Hak ihlallerinin yaşandığı ortamlarda hekimlik yapmak, sağlıktan bahsetmek zor olmaktadır! Sıklıkla dile getirdiğimiz; ırk, renk, cinsiyet, cinsel yönelim, dil, din, mezhep, inanç, kültür, etnik kimlik, siyasi-vicdani-felsefi kanaatinden bağımsız olarak insan olmaktan kaynaklanan haklar ve dokunulmazlıklar kıymetlidir. Bu haklar özgürlüğün, barışın, adaletin, güven içinde yaşamın, SAĞLIĞIN temelidir. Sağlık biyo-psiko-sosyal ve politik iyilik hali olarak tanımlanmaktadır. Bu haklardan bir ya da birkaçının zedelenmesi kişinin ve toplumun tüm bu alanlarda iyilik halinin kaybı yani sağlığın kaybı demektir.
Covid19 pandemi süreci; halk sağlığını değil, piyasayı önceleyen politikalar sonucunda sağlık hakkı ihlalleriyle devam etmektedir: Milyonlarca çalışan açlık ve hastalık arasında seçim yapmak zorunda bırakılmıştır. 65 yaş üstü bilimsellikten uzak ayrımcı kapatmalarla boğulmuş, covid19 dışı hastaların sağlığa erişimi ya çok sınırlandırılmış ya özel sektörün insafına bırakılmıştır. Pandemiyle mücadele adına sağlık çalışanlarından adeta duvar örülmüş, çalışma koşulları ağırlaştırılmış, yaşam hakları ve özlük hak kayıpları yaşatılmış, yaşatılmaktadır. Yandaş şirketlere bol keseden açılan kamu bütçesi, sağlık hizmetlerinde acil ihtiyaç olan sağlık personeli alımında ve çalışma koşullarını daha sağlıklı kılma, sağlık çalışanlarını ve halkı koruma, yayılımı önleme için kullanılmamıştır.
Hükümet pandemi ile ilgili yurtaşların en temel insan hakkı olan bilgilenme hakkını da ihlal etmiştir. Uzun zaman pandemiyle ilgili veriler saklanmış, hasta- vaka ayrımı yapılmış, pandemiyle karşı başarı hikayesi defalarca dillendirilmiştir. Yaratılan başarı algısı toplumda rehavete yol açarak salgının yayılmasında bir etken olmuştur. Ancak mızrak çuvala sığmamı gerçekler ortaya çıkınca insanların en temel haklarından biri olan doğru bilgilenme hakkının ihlal edildiği görülmüştür.
Sağlık çalışanları; tüm halkın sağlığı için hastalık ve ölümü göze alarak mücadele verirken, tükenirken -zaman zaman dile getirilen alkıştan başka- bir destek sunulmamıştır.. Pandemi yönetilemediği için sağlık çalışanları öldüler, ölüyorlar.
Halkı ve sağlık çalışanlarını pandemiye karşı korumaya çalışan, toplumu bilgilendirmeye çalışan TTB bu dönemde iktidar tarafından kriminalize edilmiştir. TTB gibi pandemiye karşı hükümetin salgının daha çok artmasına neden olan yanlış uygulamalarını eleştiren tüm örgütler, hükümet hedef tahtasına koymuştur. Bu nedenle COVID-19 salgını bir salgın olmaktan çıkmış her gün yüzlerce insanın ölümünün kanıksanmaya çalışıldığı insan eliyle oluşturulan bir felakete evrilmiştir.
Çalışma koşullarının ağırlğı, ücret adaletsizliği, temiz hava hakkı, doğanın savunulması, çevre hakkı, kültür sanata yönelik barışcı toplantı ve gösteri özgürlüğü valiliklerin aç-kapa mekanizmasına dönüştürülmüş, haklarımız gasp edilmiştir.
Düşünce ve ifade özgürlüğü; gazetecilerden akademisyenlere, meslek örgütlerinden pazardaki vatandaşa kadar muhalif olan her kesim için yaşanılması zorunlu bir hak ihlaline dönüştürülmüştür.
Son yıllarda kadın haklarına saldırıyla birlikte artış gösteren her gün bir kadın cinayeti haberleri hepimizi derinden sarsmaktadır! İstanbul Sözleşmesinin tartışmaya açılması, nafaka hakkının kaldırılmaya çalışılması kriz ve pandeminin ağır yükü, eve kapanmayla birlikte artan ev içi şiddet olayları kadın hak ihlallerini katlanılamaz hale getirmiştir
Cezaevlerinde süregelen hak ihlalleri; ağırlaşmış kronik hastalar, gebeler, lohusalar, bebekleriyle kalan annelerin cezalarını farklı koşullarda tamamlayabilecekken cezaevlerinde tutulmaları, kısıtlanan havalandırma saatleri, aylarca beklenen hastane sevkleri, pandemiyi gerekçe göstererek sınırlandırılan avukat-aile görüşme hak ihlalleri sonlandırılmalıdır. Çocuklar için genelde cezalandırma özelde kapatmanın suç önleyici ya da eğitici hiçbir etkisi yokken cezaevinde tutulmaları insanlık dışıdır! Bu ihlal sona erdirilmeli, çocuk cezaevleri kapatılmalıdır.
Küresel sermayenin savaş çıkaran, kışkırtan politikaları sonucunda; Suriye’den 4 milyona yakın insan, başta Afganistan ve Pakistan olmak üzere diğer ülkelerden yarım milyon insan barınmak yada daha iyi bir yere geçmek için ülkemizde kalmaktadır. Ne üzücüdür ki içinde bulunduğumuz bölge topraklarında ve denizlerinde çaresiz çocukların, kadınların, hayatta kalmaya çalışan insanların gözleri, tırnakları her gün üzerimizi çizerek geçiyor! Birlikte yaşamı kurmaktan uzak, kısa vadeli tehdit ve pazarlık politikalarıyla devam ediyor yaşanan dramlar…Bulundukları ülkenin “ekonomik çöküşünden sorumlu”, “huzursuzluğun ana kaynağı”, ırkçı politikaların en parlak konusu göçmenler, mülteciler, adı bilinmeyenler…En temel hakkın, en derin ihlalindeler!
Pandemiye rağmen, gözaltılar, işkence ve diğer kötü muameleler, ev baskınları, tutuklamalar, tutuklu yargılamalar yoğunlaştırılarak sürdürülmektedir. Eleştiri, örgütlenme ve ifade özgürlüğü ayaklar altındadır. Yargılamaların kendisi haksızlığın, hukuksuzluğun aracı haline getirilmektedir.
Sağlık çalışanlarını desteklemek, korumak, sağlık çalışanları ve meslek örgütleri tarafından dile getirilen uyarı ve önerileri yaşama geçirmek yerine; baskı, yıldırma, tehdit, cezalandırma politikaları güçlendirilerek ve acımasızlaştırılarak sağlık çalışanları ve meslek örgütlerine karşı kullanılmaktadır.
Ülkemizde hüküm süren antidemokratik, haksız-hukuksuz uygulamaların bir örneği olarak; TTB Yüksek Onur Kurulu üyemiz, önceki dönem Merkez Konseyi üyemiz, Dr Şeyhmus Gökalp 20 Kasım’da sabah 05:00’de evinden gözaltına alınmış ve 23 Kasım akşamı da savcılık tutuklanmıştır. Adil yargılanma hakkı, masumiyet karinesi çiğnenmiş; Anayasa mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından hukuka aykırı olduğu defalarca karar altına alınmış yöntemler kullanılmıştır. Üstelik pandemide her gözaltı, her cezaevi yaşantısı bulaş, sağlık ve yaşam hakkı ihlali riski demekken. Bu gözaltı ve tutukluluk; hekimlere, meslek örgütü özerkliğine müdahale ve COVID-19 pandemisinde gerçekleri dile getirdiği için hedef alınan TTB’ye ve son dönemde tüm meslek örgütlerine ardı ardına yapılan saldırıların devamı niteliğindedir.
Toplumun sağlık hakkı, insan hakları, emek, barış, demokrasi mücadelesini birlikte verdiğimiz, değerli meslektaşımız, yol arkadaşımız Dr. Şeyhmus Gökalp’e 2020 İnsan Hakları Günü’nde selamlarımızı ve sevgilerimizi iletiyoruz.
Tartışmasız bir şekilde yaşamdan yana, sağlıktan yana saf tutmuş bir mesleğin mensupları olarak her zaman, her koşulda insan haklarının takipçisi, savunucusu olacağız. İnsanı en yüce değer kabul eden hekimlik mesleğinin sorumluluğunu taşıyacağız!
İzmir Tabip Odası Yönetim Kurulu
İzmir Tabip Odası İnsan Hakları Komisyonu