Değerli meslektaşlarım,
Tıbbiyeliler 14 Mart 1919’da Osmanlı’nın ilk modern tıp okulu Tıphane-i Amire’nin 92. kuruluş yıldönümünü kutlarken İstanbul’un işgalini de protesto ettiler. Böylece o 14 Mart bir özgürlük ve bağımsızlık hareketi olarak tarihimizde kutlanan ilk Tıp Bayramı oldu.
Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta sulh cihanda sulh” sözünü şiar edinen hekimler, her zaman ülke sorunlarına duyarlı; her zaman bilimden, aydınlanmadan, laiklikten; her zaman bağımsızlıktan, barıştan ve özgürlükten yana oldular.
Bulaşıcı hastalıklara karşı nefer, deprem mağdurlarına şifa oldular. Doğanın talanına, nükleer santrallere karşı durdular. Her zaman iyi hekimlik ve insan haklarından yana oldular. Mesleki etik ilkeleri korumaktan vazgeçmediler. Sağlıkta yaşanan sorun ve yetersizliklerin ülkedeki yönetim anlayışından, önceliklerinden, tercihlerinden ayrı düşünülemeyeceğini savundular.
Türkiye sağlık ortamındaki sorunları dile getirip taleplerimizi sıralayacağımız bir 14 Mart’ta, tüm dünyayı etkileyen yeni bir sağlık sorunu ile karşı karşıyayız. Çin’in Wuhan kentinde yaklaşık üç ay önce ortaya çıkan ve bugün tüm dünyada önemli bir halk sağlığı sorunu olan, Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi olarak ilan edilen yeni koronavirüs hastalığının (Covid-19) 10 Mart 2020 tarihinde Türkiye’de de bir hastada saptandığı bildirildi. Sağlığın her alanında olduğu gibi salgınlar sırasında da doğruluğu kanıtlanmış bilimsel bilgilerin dikkate alınmasını, toplumun her aşamada doğru bilgilendirilmesinin önemini, bireysel ve toplumsal korunma önlemlerinin çok değerli olduğunu, özellikle sağlık çalışanlarının sağlığının korunması için tüm önlemlerin alınması gerektiğini vurgulamak istiyoruz. İzmir Tabip Odası Yönetim Kurulu olarak sürecin şeffaf, bilimsel kurallara uygun ve etkin izlemi için gerek ilimiz sağlık yöneticileri gerekse yerel yönetimlerle ve konunun bileşenleri diğer kurum ve örgütlerle işbirliği yapmaya hazır olduğumuzu bilmenizi istiyoruz.
Kamu hastanelerinde aşırı hasta yükü altında uzun süreler çalışan hekimler, emeğinin karşılığı olmayan yetersiz ücretlerle, politik ve yönetsel baskılarla karşılaşıyor. Liyakate dayanmayan kadrolaşma tüm hızıyla sürüyor. Aile hekimliğinde benzer olumsuzlukların yanında, sözleşmeli ve güvencesiz çalışma dayatılıyor, özel sağlık kuruluşlarında, işyeri hekimliklerinde çalışan meslektaşlarımız güvencesiz ve mesleki bağımsızlığını kaybetme tehlikesi altında çalışıyorlar. Üniversite hastanelerinde sevk zincirinin olmaması nedeniyle hizmet, eğitim ve araştırmanın önüne geçerken tıp eğitimi ve mezuniyet sonrası eğitim gün geçtikçe niteliğini kaybediyor.
Ne yazık ki, nitelikli pek çok meslektaşımızın yurtdışına göçüne tanık olmaktayız. Türkiye dışına beyin göçünü engellemek üzere getirilmiş mecburi hizmet uygulaması, ataması yapılmayan pek çok hekimin yurtdışına yerleşmesine neden oluyor.
Emekli hekimler yoksulluk sınırının altında ücretlere mahkûm ediliyor. Farklı kurumlarda çalışmış olmak ücret eşitsizliğine gerekçe olarak gösteriliyor.
Sağlıkta şiddet sağlık alanındaki en önemli sorunlardan biri olmaya devam ediyor. Günde ortalama 51 sağlık çalışanının şiddete uğradığını biliyoruz. Sağlıktaki şiddetin en önemli nedeni, sağlık alanını ticarileştiren, sağlık çalışanlarını güvenliksiz ortamlarda, performansa dayalı gece gündüz çalıştıran sağlık politikalarıdır.
Son 17 yıldır uygulanan Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP) ile sağlık hizmeti veren kurumlar bir işletmeye dönüştürülmüş, performansa dayalı ek ödeme sistemi, hastaya ayrılan süreyi azaltmış, yapılan işlem sayısı, nitelikli sağlık hizmetinin önüne geçmiştir. Ülkemizin 82 milyonluk nüfusuna karşın, acil servislere geçtiğimiz yıl başvuru sayısı 130 milyon olmuştur. Mesai saatleri içinde polikliniklere ulaşamayan ya da muayene katılım bedeli ödemek istemeyen hastalar da acil servislere yönelmektedir. Bu durum hasta yükü zaten fazla olan acil servisleri çalışamaz duruma getirmektedir.
Sağlıkta Dönüşüm Programının (SDP) bir parçası olan ve Türkiye genelinde 2010 yılından bu yana uygulanan aile hekimliği sistemi, bireysel ve toplumsal sağlık hizmetini birbirinden ayırarak birinci basamak sağlık hizmetlerini parçalı hale getirmiştir. Bütünlüklü ve sürekli bir sağlık hizmetinin olmayışı, sevk zincirinin hala kurulmamış olması, birinci basamağın adeta rapor verilen birimlere dönüştürülmesi ve tedavi edici sağlık hizmeti yönelimli olması, ikinci basamakta yığılan hastalara, gereksiz ilaç tüketimine, tetkik sayılarının artışına, buna karşılık bulaşıcı olmayan kronik hastalıklarda ciddi artışa zemin hazırlamıştır.
SDP’nin ikinci fazı olarak ileri sürülen ve bir kamu-özel ortaklığı projesi olan şehir hastaneleri, şehre olan uzaklıkları, gereksiz büyüklükteki kullanım alanları, personel sayısının yetersizliği, çift başlı yönetimi ile hastaların sağlık hizmetine erişimini güçleştirmekte, sağlık çalışanları açısından da önemli sorunlar oluşturmaktadır. Şu ana kadar 10 şehir hastanesi faaliyete geçmiş ve 11 yeni şehir hastanesinin de 2021 yılına kadar faaliyete geçmesi öngörülmektedir. 2019 yılında, şehir hastaneleri için tahsis edilen ödeneklerin toplamı Sağlık Bakanlığı bütçesinin %13’üdür. 21 şehir hastanesinin tamamı faaliyete geçtiğinde, ödenecek bedel toplamı Bakanlık bütçesinin % 47’si olacaktır.
Şu anda Bayraklı’ya yapılan şehir hastanesinin çevre yoluna bağlantıları henüz tamamlanmış değil. İzmir’de hangi hastanelerin kapatılacağı şu anda net olarak bilinmiyor. Ama Bozyaka Eğitim Araştırma Hastanesi ve Tepecik Eğitim Araştırma Hastanesi’nin bir bölümü olabilir. Şehir içindeki pek çok kamu hastanesinin kapatılacak olması, toplam yatak sayısında önemli bir değişiklik olmaması, en önemlisi gelecek nesillere aktarılacak ve halen dövizle ödenen büyük bir kamu borcunun yaratılması, şehir hastanelerinin yeniden değerlendirilmesini ve daha büyük zararlara yol açmadan bu projeden vazgeçilmesini gerektiriyor.
Ekonomik kriz giderek derinleşirken başta yoksullar olmak üzere toplumun tüm kesimlerini etkiliyor. Genel Sağlık Sigortası (GSS) primlerini ödeyemediği için yaklaşık 6,5 milyon kişi kamusal sağlık hizmetlerinden yararlanamamakta, sürekli ertelemelerle ancak geçici çözümler yaratılmaktadır. Aylık olarak ödenen GSS primi dışında, hastaneye başvurulduğunda, muayene katılım bedeli, ilaç katılım bedeli, tıbbi malzeme katılım payı gibi 14 ayrı kalemde katkı payı ödenmektedir. Sağlığın bir hak olduğu unutulmadan herkese eşit, nitelikli, erişilebilir ve parasız sağlık hizmeti verilmelidir.
Ekonomik kriz nedeniyle başta üniversite hastaneleri olmak üzere kamu ve özel birçok hastane faaliyetlerini sürdürmekte güçlük yaşamaktadır. Kamu üniversiteleri büyük bir borç yükü altındadır. Borçların büyük bölümü ilaç, tıbbı sarf malzemesi ve laboratuvar giderlerinden oluşmaktadır.
Tıp fakültelerinin hastaneleriyle birlikte, işletme değil; bilim üreten, öğrencilerini geleceğe en iyi şekilde hazırlarken nitelikli sağlık hizmeti veren kurumlar olduğu unutulmadan, hizmet sunumundan kaynaklanan borçlarının ödenebilmesi için siyasi iktidar tarafından gerekli önlemler bir an önce alınmalıdır.
Son yılların önemli sağlık sorunlarından biri olan aşı reddi toplumda hızla yayılmaktadır. 2011 yılında çocuğuna aşı yaptırmayı reddeden aile sayısı 183 iken 2017 yılında bu sayı 23 bine çıkmıştır. Ne yazık ki, aşıyla önlenebilir hastalıklar sadece aşı yaptırmayan çocukları değil aşılı olanları da tehdit etmektedir.
Aşılar ile ilgili yürütülen tartışmalar, bilimsel bir zemine sahip olmadığı gibi, sağlık açısından bütüncül yaklaşımı da göz ardı etmektedir. Geçtiğimiz yıllarda aşılardaki cıva, alüminyum gibi koruyucu maddeler ile otizm arasındaki ilişki çokça dile getirilmesine karşın, bilimsel olarak böyle bir ilişkinin olmadığı artık çok açık ve nettir. Sağlık Bakanlığı aşılarla ilgili kesin bir politika belirlememekte, tartışmaları sonlandıracak yasal bir düzenleme yapmaktan kaçınmaktadır.
Biz hekimler halkın sağlık hakkını savunurken, barışın egemen olduğu, özgür, adil, demokratik bir ülkede yaşama isteğimiz de güçleniyor. Akıldan ve bilimden yana olma tutumumuzu dün olduğu gibi, bugün ve yarın da sürdüreceğiz. Şiddetten uzak insanca çalışma koşulları, çalışırken ve emeklilikte insanca ücret, iş ve gelir güvencesi, mesleki bağımsızlık, eşit, ulaşılabilir ve nitelikli sağlık hizmeti için mücadeleye devam edeceğiz.
Prof. Dr. Funda Barlık Obuz
İzmir Tabip Odası Yönetim Kurulu Başkanı