Yerel seçim sonuçları ne derse desin, AKP iktidarı ömrünü tüketiyor. İnsan ömrü gibi, iktidarların da bir ömrü var. Siyaset bilimi ne der bilemem, ama iktidarların da biyolojik saati çalışıyor. Evet, AKP iktidarı yaşlandı. Kendisine muhalif olanlara karşı gözü körleşti. Bu körlük, zalimliğe varan bir huysuzluğa kadar uzandı. Yerel seçimler toplumdaki gerilimi düşüremedi.
Bugünkü gibi iktidar kaynaklı siyasal gerilimin tırmandığı zamanlarda, toplumun aydın kesimlerinin korkmadan harekete geçmesi gerekiyor. Sandık sonuçlarına bakınca, Türkiye’nin aydın kesiminin kitlesel niceliği ortada. Aydın olmanın başlıca nitelikleri arasında yer alan ilericilik, devrimcilik ve çağdaşlık, elbette ki laik ve özgürlükçü bir eğitim sürecinin sonucunda elde edilebilir. Ancak bireylerde aydın sorumluluğunun bir reflekse dönüşmesi, ancak örgütlenme ve kamu iletişim kanallarının kullanılması ile gerçekleşebilir. Aksi durumda baskı altında örgütlenememiş ve kitlelere ulaşamamış bir ideoloji, nasıl toplumsal fayda üretebilir? İşte bugün Türkiye’nin aydın kesiminin işlevsizliğinin temel nedeni budur.
Dünya siyaset tarihine baktığımızda, eğitim ve din kurumlarının toplumsal rollerinin belirgin olduğu zamanlar olmuştur. İnsanlık tarihinin aydınlanmacı dönemlerinde üniversitenin etkinliği yadsınamaz. Buna karşın toplumun gerilediği dönemler; üniversitelerin siyaseten bastırıldığı, öğretim elemanlarının örgütlenemediği ve topluma yüzlerini dönemediği zamanlardır.
Ülkemizde topluma egemen olmak için yürütülen sosyal mühendislikten, kurumsal olarak üniversiteler de nasibini almakta. Son otuz yıldır akademik kurullarda, “Üniversite siyaset yeri değildir.” söyleminin devamlı olarak işlenmesi bunun bir göstergesidir. Her türlü akademik sürecin, bugün birebir genel siyaset ile ilişkili olduğu ülkemizde, üniversitedeki bir kişinin siyasetten uzak bir duruş sergilemesi ne kadar doğrudur?
Bugün üniversiteyi sadece eğitim ve araştırma paydasında, “havuç ya da sopa” ikileminde bırakma çabası sonuç vermektedir. Kadro ve performansa bağlı ek ödeme her zaman birer havuç, yıldırma (“mobbing”) ise her zaman etkin bir sopadır. Üstelik rektörlük seçimlerinin ileri(!) akademik demokrasi örneği olarak gerçekleştiği bir ortamda, üniversite örgütlenmesinin amacı kuşku ile karşılanmaktadır. Dolayısıyla demokratik örgütlenmeler kitlesel bir nitelik kazanamamaktadır.
Oysa üniversite kendini, adeta bir akvaryum içerisinde yaşayan balıklar gibi toplumun güncel olaylarından uzak “elit” bir kitle olarak görmemeli. Topluma karşı duyarsız kalmak söz konusu olmamalı. Bu bağlamda aydın sorumluluğunu yerine getirmekten kaçmamalı. Toplumsal gerilimin yükseldiği bugünlerde; özgür, demokratik ve çağdaş bir gelecek için umut beslenmeli. Liyakatin ve özgürlüğün yerleştiği bir üniversite için çaba harcanmalı. Hiç olmazsa bu zamanlarda üniversite suskun kalmamalı, toplumsal sorumluluğunu yerine getirmeli. Toplumu bu gerilimli darboğazdan çıkaracak düşünce fenerlerini yakmalı ve güzel günlere doğru rehberlik etmeli.
İyi ki bugün yeni ve daha aydın bir nesli temsil eden üniversite gençliği var. Sanal ortamda da olsa, güçlü bir şekilde iletişen ve anonim olarak örgütlenebilen bu kitlenin, toplum dinamikleri üzerindeki etkisi kuşkusuz güçlü olacaktır.
Prof.Dr. Erdener Özer
Öğretim Üyesi