çoğalmak : a. sayısal olarak çoğalmak yani üremek – çocuk sahibi olmak ve
b. insani yönlerimizle çoğalmak
Soru: Neden çocuk sahibi olmak istenir ki?
Bazı ebeveynlerin çocukları ile iletişimlerinde sıkça verdikleri tanıdık bir mesaj var: “Ben senin için ne çok özveride bulundum!”
Böylelikle onları kendilerine iyiden iyiye bağlamak isterler. Dilerler ki; çocukları, ana-babalarının kendileri için yaptıklarını iyice kavrasınlar ve yapılanların çokluğundan etkilenip ebeveynlerinin kendi hayatları için önemini unutmasınlar.
Peki bir ebeveyn-çocuk ilişkisinde hangi taraf kendisini diğerine karşı borçlu hissetmelidir? Mutlak bir doğru yanıtı yoktur bu sorunun. Hemen her ilişkide olduğu gibi ebeveyn-çocuk ilişkileri de karşılıklıdır.Ancak, soruyu yumuşatıp biraz da değiştirirsek bir yanıt bulması belki biraz daha kolaylaşabilir. Ebeveyn-çocuk ilişkisinde acaba hangi taraf diğerine daha çok şey kazandırır?
İki çocuk babası olarak ve tamamen kendi açımdan vereceğim yanıtımdır!
“Çocuklarım benim onlara verdiğimden çok daha fazlasını kazandırdılar bana.”
Bu soruyu yetişkinler ve çocuklar “ebeveynler çocuklarına daha çok şey verirler yaşam süresince” diye yanıtlarlar çoğunlukla. Geleneksel düşünce budur. Gerçekten de bu yanıtı haklı çıkaran sayısız durum söz konusudur.
Bebeğini karnında taşıyan bir annenin gebelikteki sıkıntılarına doğumun sancıları da eklendiğinde annenin hanesine yazılan hatırı sayılır bir özveri birikimine ulaşılmış olur. Doğumdan sonra bebeğini emzirmeye eklenen estetik kayıplar ve bunlara eklenen onlarca, belki yüzlerce uykusuz gece özveri listesinin ilkleridir. Her türden sosyal ve mesleki hedefi ertelemek ve sıkça da iptal etmek zorunda kalmak, çocuğun istek ve gereksinimlerini kendininkilerin önüne koymak, çocuğun istek ve gereksinimleri uğruna yüklü paralar harcamak vb durumlar da eklenebilir ebeveynlerin özveri hanesine.
Bütün bunların yanı sıra çocuk(lar) da kendilerine verilenleri hep almak, tüketmek ve kullanmak durumundadırlar. Sanki ana-babanın koruyuculuğu ve sonsuz özverileri olmasaydı o çocuk(lar) hiç bir şeylere erişemezlermiş, hayatta kalamazlarmış gibi. Doğal olarak, bu durumdan çocukların ebeveynlerine karşı yükümlülükleri olduğu çıkarımı doğacaktır.
Yaygın algı, düşünce ve uygulama açısından özellikle aile ortamının yaşama daha uzun süreler egemen olduğu doğu toplumlarında çocuk(lar) ana ve babalarına olan borçlarını ömürleri boyunca ödeyemeyecektir.Madem ki, çocuk ebeveynlerine karşı daima borçlu ve erişkinler de bunun farkındalar; bu durumda henüz çocuk sahibi olmamış yetişkinler neden çoğalmak isterler? Yani sonuçta alacaklı kalacağı belli olan bir beraberliği kim ve neden gerçekleştirsin ki? Henüz çocuk sahibi olmamış çiftler eğer gebeliğe kolaylıkla erişebiliyorlarsa bu konuda düşünmek ve tutum oluşturmak durumunda kalmazlar. Buna karşılık, gebelik ve çocuk hedeflenmediği durumda gerçekleştiğinde ise iyice farklı bir konuma yerleşirler.
Ancak, gebeliğe ve çocuğa kolayca erişemeyenlerin durumu sorumuzun yanıtını bulmada daha iyi yardımcı olabilecektir. Bu grup çiftler (genelde toplumun üçte birine yakın) çocuk sahibi olmayı arzuladığında bunu hemen elde edemiyorlarsa; gebelik ve dolayısıyı ile de çocuk sahibi olabilmek uğruna çoğu zaman kayda değer oranda emek sarf etmek zorunda kalırlar.Çocuk sahibi olamama halinde çoğunlukla belirgin bir hastalığa ait ciddi yakınma (ağrı,kanama vb) söz konusu olmaz. Dolayısıyla hekim yardımı isteyen çiftler hastalık tedavisi arayışında değildir. Tek amaç eksikliği hissedilen çocuğa kavuşmaktır .
Kısırlık tedavileri kimi zaman kolay olabilmekle birlikte zaman zaman kendilerini uzun, yorucu ve sıklıkla da pahalı süreçlerin içinde bulabilmektedirler. Tekrarlayabilen cerrahi işlemlere katlanmak zorunluluğu doğabilir. Maliyetlerin yüksekliği zaman zaman tedavinin finansmanı için borçlanma dahil ciddi ekonomik özveriler gerektirebilir. Ekonomik durumları kötü olan hatta kendilerini geçindirmekte zorlanan insanların bile ne yapıp, edip söz konusu maliyetlerin altından kalkmak için çok fazlaca özveride bulundukları seyrek rastlanan bir durum değildir.
Böylelikle, her zaman değilse bile; çoğunlukla ciddi emek, zaman ve para harcamalarını içeren bu süreçten sonra şu çıkarımda bulunmak mantıklı görünmektedir: “Erişkin bireylerin çoğu doğacak çocuklarının kendilerine yüklü oranda özveriye mal olacağını bile bile çocuk sahibi olmayı şiddetle istemektedir”. Özellikle aile başına düşen çocuk sayısının yüksek olduğu, yani çoğunlukla az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde (ki bunlar ayni zamanda eğitim seviyesinin düşük olduğu ülkelerdir) yaşayan insanların bu çocuk yetiştirme yüküne ülkelerine asker veya işgücü sağlamak uğruna katlandıkları iddiası da inandırıcı görünmemektedir. İnsanların çocuk isteme yoğunluklarının ve bu uğurda katlandıkları onca zorluğun yorumlanması hiç de basit görünmemektedir.
Cinsiyeti, kişiliği, sağlığı ve ismi belirsiz bir çocuğa duyulan sevgi ?
Savaşın en yoğun zamanlarında Bosna-Hersek’te doğum oranlarının belirgin derecede artmış olması hayret verici bir gerçektir. “Çocuk sahibi olmak umutsuz gözüken yarına herşeye rağmen umutla bakabilmektir“ diye düşündüğümü hatırlıyorum bu şaşırtıcı bilgiyi edindiğimde. Hiç kuşku yok ki; bu umutsuz durumda, savaşta ölmekten ve gelecek belirsizliğinden haklı olarak korkan erişkinlerin umut arayışıdır çocuk yapmak. Yaşama bağlılık içerdiği şüphesizdir. Ama yine de doğacak çocukların iyiliği (güvenli gelecek vb.) gözetilerek yapılan bir eylem gibi görünmemektedir.
Çocuk sahibi olma isteklerinin gerekçeleri arasında çevre baskısının da etkisiyle (ebeveyn adaylarının ebeveynleri başta olmak üzere) ile doğacak çocukların yaşlılık için bir tür sigorta teşkil edebilecekleri düşüncesi de vardır.
Neden üremek yani çoğalmak isteriz ?
Ebeveyn olma isteği, insanın hayattaki anlam arayışının, türünün devamlılığını sağlamanın, çoğalma dürtüsünün ve belki de dünyada (bir başkası aracılığı ile de olsa) kalabilme hedefinin bir sonucudur. Çocuk sahibi olmak bir umut ve gelecek arayışıdır. Bu doyumları ebeveynlerine sağlayanlar ise hiç kuşku yok ki çocuklar(ı)dır!
09.10.2013 - Yurt Gazetesi
Makaleye Ulaşmak için tıklayınız...