14 MART TIP BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN…

14.03.2012

 Meslek tarihini sevenler şüphesiz kendi mesleğini hakkıyla sevenlerdir.
Zira insan sevmediği bir mesleğin tarihi ile meşgul olamaz
Ord Prof Dr A. Süheyl ÜNVER 
(1898-1986)

14 Mart Tıp Bayramı denildiği zaman aklımıza ilk gelen, bu tarihin Türk hekimleri için ayrı ve özel bir anlam ifade ettiğidir. Tarihler ve olaylar insanlara geçmişle yüzleşme ve geçmişin bugüne kadar aktardıklarını değerlendirme fırsatını tanır. Dünü anlayan bugüne de dâhil olur. Bugüne dâhil olamayan ise geçmişte de gelecekte de kendisine bir yer bulmakta güçlük çeker.
 
Türkiye’de tıp eğitimi ve hekimlik
Ülkemizde Cumhuriyet öncesine ilişkin süreçteki tıp eğitimi dediğimiz zaman, Anadolu Selçukluları ve Osmanlı İmparatorluğu dönemleri karşımıza çıkar.   O dönemlere ait arşiv bölgeleri incelendiğinde, hekim sözcüğünün tabib, cerrah, otacı, kam, baksı, atasagun, sınıkçı, kehhal (göz hekimi) gibi farklı ifadelerle de anıldığına rastlıyoruz. Yüzyıllar içinde bu sanatın uygulayıcıları usta-çırak sistemine göre yetiştirilmiş, toplumda farklı ve saygın bir konumda yer almıştı.  Usta-çırak eğitiminin temel amacı, tıp sanatının hiyerarşisini korumak olmalıdır.
Anadolu Selçuklularındaki sağlık hizmeti darüşşifa olarak bilinen bir sistem üzerinden verilmekteydi. Bu sistem zaman içinde devam ederek, Osmanlı İmparatorluğunda da etkinliğinin sürdürmüş, hatta buna ek olarak “tıp medresesi” şeklinde nitelendirilen yeni bir oluşumun da ortaya çıkmasına olanak tanımıştır. Bu yeniliğe verilecek en iyi örnek 16. yüzyıldaki Süleymaniye Tıp Medresesidir.
Osmanlı döneminde görev alan hekimler genel olarak iki gruba ayrılmaktaydı: Devlet hizmetinde çalışanlar ve serbest olarak çalışanlar… Devlet hizmetinde görev alan hekimler de orduda veya sarayda görev alanlar olmak üzere kendi içinde ikiye ayrılırdı. Serbest çalışan hekimler ise çarşı ve pazarlarda seyyar olarak hekimlik yapabiliyor veya genelde bir dükkan (muayenehane) sahibi olup, orada hizmet verebiliyorlardı.
Zaman içerisinde artan ihtiyaçlar, batıdaki yenilikleri takip etme arzusu ve yapılması düşünülen reformlara paralel olarak bazı yeniliklerin gündeme gelmesi düşünülmüştür. Özellikle Padişah III. Selim döneminde başlayan bu yenilik hareketleri belli alanlarda etkisini hissettirmişse de kalıcı olamamıştır.
 
 
Neden 14 Mart? Neden Tıp Bayramı?
Ülkemizde Tıp Bayramı olarak her yıl kutlanan 14 Mart, çağdaş ve batılı anlamdaki ilk tıp okulu Tıbhâne-i Âmire’deki eğitimin başlangıç tarihidir. Tıbhâne-i Âmire’nin kuruluşu ise Osmanlı İmparatorluğunun askeri teşkilatını oluşturan Yeniçeri sisteminin kaldırılmasıyla bağlantılıdır. Sultan II. Mahmud (1785-1839), zaman içinde disiplini ve düzeni bozulmuş, sorun çıkarmaya başlamış Yeniçeri askeri teşkilatını kaldırılarak (15 Haziran 1826) yerine yeni ve modern anlamda düşünülmüş askeri bir yapılanma oluşturmak istiyordu. Kurulan bu yeni teşkilatın ismi Asakir-i Mansure-i Muhammediye idi ve bu ordunun İstanbul’da yaklaşık 10.240 askeri bulunmaktaydı. Sultan II. Mahmud’un çok önem verdiği bu ordunun sağlık problemlerinin karşılanabilmesi için yeni bir sağlık sisteminin de oluşturulması gerekmekteydi. Sultan II. Mahmud, bu konu hakkında sadrazamı bilgilendirerek gerekli fikir alışverişinin sağlanması için Hekimbaşı ile görüşülmesini emreder. Sadrazamın isteği üzerine bir toplantı düzenlenir ve 1826 yılının Aralık ayının ortalarında bu toplantı yapılır. Burada alınan karar gereği Tıbhâne-i Âmire’nin kuruluşu için ilk adımlar atılır. Dönemin hekimbaşısı Mustafa Behçet Efendinin bu konu hakkında önemli bir rolü olduğu bilinmektedir. Bu yeni okul için uygun bulunan fiziki mekân ise Tulumbacıbaşı konağıdır. (Bu bina yeni tıp okuluna 10 sene süreyle hizmet vermiştir.) Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi ihtiyacı duyulan tıp okulu hakkında istenilen raporu hazırlar ve sadrazamın fikirleriyle birleştirerek Sultan II. Mahmud’a gönderir. Burada açıklanan amacı kısaca şöyle özetlemek mümkündür:
İlk hedef, yeni kurulan orduya hekim ve cerrah yetiştirmek;
İkinci hedef ise, Osmanlı Devletinin merkezi olan İstanbul’da bulunan Müslüman hekimlerin çoğunluğunun eski tıp usulleriyle hekimlik yapması ve yeni tıp (Tıbb-ı cedid) metodlarından uzak kalması nedeniyle yeniliklere açık bir tıp tahsili oluşturulması sonucunda bunu telafi edebilmek için tıp tahsili ile yabancı dil bilmek arasında bir bağ kurulmasını sağlamak.
Sultan II. Mahmud, Tıphâne-i Âmire’nin kurulması için gösterdiği gayret ve titizlik takdire değerdir. II. Mahmud’un Sadrazam’a (Benderli Mehmet Selim Sırrı Paşa) Tıbbiye ile ilgili gönderdiği fermanda şu ibare dikkat çekicidir: “Bu çok gerekli bir bilim dalı olup zengin ve fakirin bu konudaki ihtiyacı açıktır. İnşallah en kısa zamanda yeterli hekim yetiştirilir de yabancı hekimlere ihtiyacımız kalmaz”
14 Mart 1827’de Tıbhâne-i Âmire, dört yıllık eğitim süresi ile faaliyete geçtiğinde  eğitim-öğretim dönemleri sondan başa doğru olmak üzere Sınıf-ı Râbi, Sınıf-ı Sâlis, Sınıf-ı Sâni, Sınıf-ı Evvel şeklinde programlanmıştı. Bu eğitim hiç ara vermeden ve kendini yenileyerek uzun süre devam etti. Tıbhâne’deki eğitim sürerken Hekimbaşı Ahmed Necib Efendi bir takrir (önerge) vererek yeni bir binaya ihtiyaç duyulduğuna vurgu yaptı. Bunun üzerine Ekim 1837’de Galatasaray’daki Enderûn Mektebine ait binanın Tıbhâne olarak yeniden inşası için ferman çıktı. Binalardaki inşaatın bittiği ve teslim edildiğine ilişkin bilgi ise Mayıs 1838 tarihli bir belgeden anlaşılmaktadır. Ardından 1839 yılında Galatasaray’daki yeni yerinde “Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane” dönemi başladı.
Okulda dersler 1840 yılından itibaren Fransızca yapılmış, eğitim süresi önce 6 yıla sonra ise 9 yıla çıkarılmıştır. Eğitimin 4 senesi Tıbbiye’nin idadisine (orta eğitim), 5 senesi ise tıp eğitimine aitti. Galatasaray’da verilen tıp eğitiminin daha düzenli olabilmesi için Dr. Jacop Neuner, Dr. Karl Ambros Bernard, Eczacı Anton Hofmann ülkemize davet edilerek okulda görev almaları sağlandı.
Sultan II. Mahmud’un 14 Mayıs 1839’da Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane’yi ziyaretinde yaptığı konuşmasında bu konudaki duyarlılığının devam ettiğine tanık oluyoruz:
 Çocuklar, bu güzel binaları tıp mektebi olarak yaptırdım. İsmini Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane koydum. Burada insanın kutsal sağlığının korunması amacına hizmet edileceğinden bu okulu diğer okullara tercih ettim. Burada tıp bilimlerini Fransızca olarak öğreneceksiniz. Sizlere Fransızca okutmaktan amacım Fransızcayı öğretmek değil, tıp bilimlerini aşamalı olarak kendi lisanımıza kazandırmaktır.
Ancak burada hatırınızdan bir soru geçecektir. “Acaba bizim dilimizde yazılmış tıp kitapları yok mudur ki yabancı dille öğrenimi üstün tutuyorsun?” diyeceğinizi bilirim. Her ne kadar hekimliğe ait pek çok Arapça kitap mevcut ise de Avrupalılar bu kitapları almış, dillerine çevirip okutmuşlardır. Sonra geçen yüzyılda tıp öğreniminde ilerlemeler, buluşlarla hekimlik bilgisine katkıda bulunmuşlardır. Bu bakımdan elimizdeki Arapça kitaplar onlarınkine bakarak biraz eksik görünmektedir. Bizim beklemeye vaktimiz olmadığı gibi yurdumuz ve ordularımızın büyük ihtiyacı olan hekimleri bir an önce yetiştirmek ve Türkçe tıp kitaplarını meydana getirmek zorunluluğundayız.
Tüm istek ve ihtiyaçlarınız giderilecektir. İstemek sizden vermek bizden. Dr. Bernard’ı sizin için özellikle getirttim. Kendisi gayet yetenekli bir adamdır. Avrupa’nın birinci derecedeki hekimlerindendir. İşte bu adamdan ve diğer hocalarınızdan tıp bilimlerini öğrenmeye ve Türkçe’ye kazandırmaya gayret edin! Zira tabip sıfatı ile yabancı memleketlerden bir takım durumu meçhul şahısların memleketimize gelmesinden ve şuraya buraya sokulmasından hoşnut ve memnun değilim…
 
Galatasaray’daki tıp okulunun ünü o kadar fazla yayılmıştı ki, Ziver Paşa bir şiirinde okuldan şu dizelerle bahseder:
Sarfedip ol şahı şevket akçeler encum kadar
Kıldı bu tıphaneyi manendi gerdün istuvar
Öyle bir tıphane ki kim Bukrat-ı üstadı hakim
Görse şakirt olmaya eylerdi onda intizar
Saltanatı ay gibi parlak Sultan Mahmut
                                    Yıldızlar kadar çok paralar harcayarak bu okulu yaptırdı
                                    Hekimliğin piri Hipokrat görse
                                    Burada öğrenci olmaya can atardı
 
1848’de Galatasaray’daki bina yanınca okul Hasköy’e taşınarak, Humbarahane binasında uzun süre faaliyetini sürdürdü. 1865’den itibaren tıp okulu Demirkapı’daki binaya nakledildi. 1867 yılında Sivil Tıp Okulu Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye açıldı. 1870 yılında Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’deki dersler Türkçeleştirildi. Bu dönemdeki eğitim süresi 4 sene idadi, 6 sene tıp eğitimi olmak üzere toplam 10 yıldan ibaretti. Askeri Tıbbiye, 1908 yılında Sivil Tıbbiye ile birleştirildi. 1909 yılında Darülfünun Tıp Fakültesi olarak Haydarpaşa’da eğitim devam etti. Cumhuriyet sonrası dönemde Atatürk’ün direktifleriyle yapılan 1933 Üniversite Reformunun ardından “darülfünun” kavramı yerini “üniversiteye” bıraktı. Böylece İstanbul Üniversitesi kurularak mevcut tıp fakültesi bu yeni yapılanmanın bünyesine geçerek eğitimine devam etti.
 
Tıp Bayramı ilk ne zaman kutlanmaya başlandı?
         Ülkemizdeki tıp eğitiminin 1912-1922 yılları arasındaki dönemi Osmanlı Devletinin katıldığı savaşlar nedeniyle zorluklar içinde geçmiştir. 1853 Kırım Savaşı, 1876 Osmanlı-Rus Savaşı Tıp Okulundaki eğitimi de olumsuz yönden etkilemişti. Süren savaşlarda hocaların ve tıbbiye öğrencilerinin de askerde alınıyor olması bu olumsuzluklardan sadece bir tanesidir. 1912 yılında başlayan Balkan Savaşı nedeniyle Ekim ayında ilan edilen seferberliğin ardından Tıp Okulundaki derslere de ara verilmek zorunda kalındı. Hocalar ve son sınıf öğrencileri askeri birliklerdeki görev yerlerine gittiler. Ekim 1912-Mart 1913 dönemi arasında Mekteb-i Tıbbiye resmen kapatıldı. 16 Mart 1913 tarihinden sonra savaştan sağ olarak dönen hocalar ve öğrencilerle okuldaki eğitime kaldığı yerden devam edildi. Balkan Savaşının yaraları kapanmadan patlak veren I. Dünya Savaşı, Mekteb-i Tıbbiye’de şok etkisi yarattı. Savaşın ilan edilmesinin ardından askeri tıbbiye öğrencileri talimgâhlara gönderildi. Savaşın giderek büyümesiyle Tıbbiye hocaları da cephedeki birliklere katıldılar. Birinci Dünya Savaşının sona ermesiyle imzalanan Mondros Mütarekesi ile Osmanlı Devleti başka bir dönemin içine girdi. İşgal dönemi olarak adlandırılan bu dönemde itilaf devletlerinin gemileri 13 Kasım 1918’de İstanbul’a geldi ve şehre asker çıkarıldı. Bu dönemdeki ilk Tıp Bayramı kutlamasının İstanbul’un işgal altında olduğu o günlerde, 14 Mart 1919 tarihinde olduğu söylenir. Bu kutlamanın esasında Tıbbiye öğrencilerinin işgal kuvvetlerine karşı bir reaksiyonu olduğu da ifade edilir. İşgal ve savaşın getirdiği sıkıntılar tıbbiyelilerin kendi aralarında birbirlerine kuvvetli bağlarla bağlanmalarına neden olup, hürriyet ve serbest düşünce akımlarının eksilmeden sürmesini sağladı. 14 Mart 1921’de Tıp Bayramının 94. yılı kutlandı. Tören Kadıköy Hale sinemasında, devrin asker, sivil bütün hekimleri ve devletin ileri gelenleri hatta işgal ordusu mensupları ve tıbbiyelilerin bulunduğu bir ortamda gerçekleştirildi.
            Bir dönem tıp bayramı için “14 Mart”  tarihinin 12 Mayıs’a alınması teklif edilmişse de, 1937 yılından sonra tekrardan “14 Mart” tarihi ülkemizdeki Tıp Bayramının kesin tarihi olmuştur.
            14 Mart bütün hekimler ve sağlık camiası için önemli bir tarihtir. Bu tarihin varlığı bu güzel ülkenin varlığı ile bütünleşmiş, tıbbiyelinin gösterdiği fedakârlık, cesaret ve içinde hissettiği umut o günlerin karanlığına ışık olmuştu. Tıbbiyenin tarihini bilmeyenler, yanlış yorumlayarak ya da belli kutuplara çekmeye çalışarak sempati oluşturmak isteyenler onun felsefesini henüz kavrayamamışlar demektir. Bugün için tıp ve sağlık sisteminde yaşanan sıkıntıların, bürokrasisinden, akademik ve rutin hizmet verenine kadar herkesin sorunu olduğunu unutmadan olumlu katkı ve çözümler sağlamak zorunda olduğumuzu unutmayalım.
Anadolu Selçuklu kültüründen Osmanlı İmparatorluğuna, oradan da Cumhuriyetimize ve bugünlere kadar gelen süreç içinde sağlık alanında hizmet vermiş her büyüğümüzü saygıyla anıyorum.
14 Mart Tıp Bayramımız kutlu olsun!…
 
Şekil 1. Sultan II. Mahmud
Şekil 2. Tıbhâne-i Âmire’nin ilk yerleşkesi: Tulumbacıbaşı konağı
Şekil 3. Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane’ye Padişah II. Mahmud’un ziyareti
 
Doç. Dr. Çağatay Üstün        

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi

Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Başkanı
 
KAYNAKLAR
1.      Hatemi H., Altıntaş A., Türk Tıp Eğitiminin Önemli Adımları, CSA Global Publishing, İstanbul 2005.
2.      Aydın E., Dünya ve Türk Tıp Tarihi, Güneş Kitabevi, Ankara 2006; s. 193.
3.      Altıntaş A., Tıp Eğitimi 14 Mart Tıp Bayramı, Tıp Tarihi ve Tıp Etiği Ders Kitabı, İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi 40. Yılda 40 Kitap Serisi, İstanbul 2007; s. 225-238.
4.      Hatipoğlu T., Jöntürklerden Sontürklere Tıbbiyeli, Otopsi Yayınevi, İstanbul 2002; s. 63.
Bu haber 7060 kez okunmuştur.