Her Şeye Rağmen Etik projesini yürüten Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Çağatay Üstün, ülkemizdeki sağlık sorunlarına etik bir bakış açısıyla yaklaşılması gerektiğine vurgu yaparak konuyla ilgili yorumlarını İzmir Tabip Odası aracılığı ile tüm sağlık çalışanlarıyla paylaştı.
Ülkemizde sağlık alanında yaşanan sıkıntılar ve ortaya çıkan sorunlar son günlerin en önemli gündem maddelerinden birisi haline gelmeye başlamıştır. Aslında konunun çok farklı boyutları olduğunu biliyoruz. Yazımda farklı bir bakış açısıyla etik pencereden gördüklerimi sizlerle paylaşacağım.
Tıp etiği alanında görev yapıyor olmak belli bir sorumluluğu da beraberinde getiriyor. Meslektaşlarımızın iç huzuru ve çalışma güvenliklerinin sorgulanmaya başlandığı bu dönemde etik açıdan yapılması gerekenleri düşünmemiz gerekiyor. Dünya Tıp Birliğinin hekimlerin çalışma koşullarının ve hekimlik görevini yerine getirmesinin önemine vurgu yapan ve tavsiye niteliğindeki önerilerini burada uzun uzadıya aktarmaya gerek yok. Bilinenlerin tekrarı yerine şu an için sağlık sistemimizdeki olumsuzluklara ilişkin önerileri sunmak belki en mantıklı yaklaşım olacaktır.
Aslında tıbbın hizmetten öte bir “hak” olduğunu ve ücretsiz sunulması gerektiğini her seferinde tekrarlıyor ve bu yaklaşımı benimsiyorum. Her insanın en temel ilk hakkı; sağlık, dengeli ve huzurlu bir yaşam sürmesidir. Bu hakkın yok sayılması ve sağlığın ona bir hizmet ürünü şeklinde ve belli bir bedel karşılığında sunulması etik ikilemlerin de başlangıç noktasıdır. Sağlık hakkını ücretsiz gerçekleştirmenin en kolay yolu ise nüfus artışının önlenmesidir. Böylece sağlık açısından kontrol edebileceğiniz, onun teşhis ve tedavisindeki temel ihtiyaçlarını karşılayabileceğiniz yaklaşımları uygulayabilmeniz kolaylaşır. Bunun ülkedeki yeterli sağlık personelinin yetiştirilebilmesi için de önemi olduğuna yeri gelmişken değinmeliyiz. Nüfus artışının önlenmesinin doğal bir başka sonucu da; son zamanlarda sıklıkla konuşulan “ithal hekim ve hemşire” konusunun kendiliğinden gündemden kalkmasıdır.
Sıkça konuşularak önerilen ithal hekim ve hemşire uygulamasının ne denli büyük bir tarihsel yanlışlığa da neden olacağını hatırlamakta fayda vardır. Tarihsel geçmişe baktığımızda Osmanlı İmparatorluğundaki sağlık teşkilatı yapılanmasında özellikle Türk hekimlerin azlığından yakınıldığını fark ederiz. Özellikle 19. yüzyıldan itibaren bu açığı gidermek ve modern tıp okullarının açılmasını sağlamak için III. Selim zamanında başlayan yenilikçi hareketlerin en üst noktasını padişah II. Mahmud tamamlar. II. Mahmud sadrazama bir tıp okulu açılması yolundaki dileğini iletmiş, bunun gerçekleşmesi için hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi görevlendirilmişti. Nihayet 14 Mart 1827’de Şehzadebaşı’nda Beyazıt’a yakın semtlerden Vezneciler’de Tulumbacıbaşı Konağı yerleşkesinde Tıphâne-i Âmire isimli ilk modern tıp okulu kurulur. II. Mahmud’un bu tıp okulunu açmasındaki gerekçeyi dönemin sadrazamına gönderdiği fermandan ve yazdıklarından naklederek, bugün tartışılan “ithal hekim ve hemşire” konusuna O’nun sayesinde son noktayı koyalım:
“Bu çok gerekli bir bilim dalı olup zengin ve fakirin bu konudaki ihtiyacı açıktır. İnşallah en kısa zamanda yeterli hekim yetiştirilir de yabancı hekimlere ihtiyacımız kalmaz”
“Biz gerek askerimiz gerek memleketimiz için iyi hekimler yetiştirip sağlık hizmetinin gerekli olduğu yerlerde vazifelendirmeli ve tıp bilimini kendi lisanımızda öğretebilmek için gerekli kitapların yazılmasına gayret etmeliyiz”
Tıbbi ekibin ana mekanizmasını oluşturan hekimlerin günümüz şartlarında yetişmesi ne yazık ki geçmişin usta-çırak sistemine göre değildir. Büyük derslikler ve büyük hastanelerde tıp öğrencilerinin yeterli bilgi donanımına sahip olarak mezun edilmesinin sakıncaları da vardır elbette. O halde nüfusun kontrol altında olması bu açıdan da anlam kazanıyor. Küçük sınıflarda tıp teoriğini ve pratiğini almak, yeterince uygulama olanağı bulmak kanımca usta-çırak ekolüne tam olmasa bile, biraz olsun yaklaşabilmek demektir. Aynı konunun tıbbi ekibin diğer üyeleri olan hemşire ve paramedikal gruplar için de gerekli olduğunu unutmayalım.
Hekim her ne kadar kendisini yetiştirmiş olursa olsun, hasta sayısının çokluğu ve hastalık çeşitliliğinin fazlalılığı karşısında sıkıntıya girebileceği zamanların olabileceği bilinmelidir. Her seferinde tekrarlanan “hastaya muayene için hekim tarafından ayrılması gerekli ve yeterli süre” konusunun etik açıdan da destek gören tarafları vardır. Sağlık merkezlerinin sayısındaki yetersizlik ya da kapasite aşımı gibi unsurlar hekimin muayene süresini daraltmasına sebep olurken, bunda hekimlerin ihmali olabileceğini düşünmek anlamsızdır. Ülkemizde sağlıkta yaşanan en önemli etik çelişkilerden birisi, yıllardır süregelen “muayenehane” kavramından kaynaklanıyordu. Kamu hastanesinde hekime muayene olmaktan ve muayene için yeterli süreyi bulamamaktan yakınan hastanın özel muayenehane’ye gitmesinin tavsiye edilmesi ya da önerilmesi asla etik yönden kabul edilemezdi. Çünkü sağlık; eşit, düzeyli ve her noktasında aynı özeni gerektiren bir kavram ve hak’tır. 2500 yıl öncesinin orijinal Hipokrat (Hippokrates) Andında bile hekimin hastasını muayene için özetlenen yaklaşımı tekrar hatırlayalım! Bugün bu karmaşayı gidermek için muayenehane olgusunu rehabilite etmek adına bazı düzenlemeler yapıldığını biliyoruz. Ancak düzenleme için yapılanların doğurduğu sıkıntıları da unutmayalım. Etik açıdan en uygun olanı, mevcut bir sistemin çarpıklığını düzeltmeye çalışırken daha büyük karmaşa ve huzursuzluğa yol açmamaktır. Muayenehaneler için yapılan düzenlemeler de yine çoğulcu fikirlere önem verilerek, tıp fakültelerindeki akademik birimlere danışılması ve kısa sürede sonuca gitmektense uzlaşmaya varılarak bir yaklaşımın sergilenmesi en doğrusudur.
Ülkemizde sağlık alanında klinik ve akademik çalışmalarda bulunanların geçim koşullarının zorluğuna da değinmeden geçmemek gerekiyor. Artık inanmak istiyorum ki, bu anlamda yapılacak düzenlemeler performans adı altında olmasın. Çünkü performans diye ifade edilen durumu ortaya koyduğunuz vakit, ister istemez bu performansı sağlamak için hasta üzerinde kimi zaman zarar verici işlemlerin de gerçekleştirilmesi kaçınılmaz olacaktır. Kimin daha çok çalıştığı ve daha çok hak ettiği konusunun çözümünde bu kadar aceleci yaklaşımların benimsenmemesini isterdim. Etik ve ahlaki olanı bulmak bizler için temel bir ödevdir. Performans sistemi tıpta etik ve ahlaki olanı sorgular hale getirebilir. Performans yaklaşımını sadece bazı kağıtlardaki uygun yerleri işaretleyen bir zihniyet gibi algılamamak gerekiyor. Çünkü bu yaklaşım biçimi, tıbbın en geleneksel vicdani ve manevi yönlerini zedelemektedir. Daha fazla performans puanı ya da sayısı toplamak adeta bir yarış haline dönüşebilir. Bir hekimin ve hemşirenin gündelik mesaisindeki hasta sayısı etik ve mesleki açıdan uygun olan standartlarda saptanmış olmalıdır. Bu standardın üstüne çıkılarak bir tür performans çizelgesi haline dönüştürmenin en büyük zararı sanırım ki hastalara olacaktır. Bu durumda hastanın hasta haklarına sahip olmasının da bir mantığı ne yazık ki kalmayacaktır.
Tüm sağlık personeline yönelik şiddet olgusunu da son günlerde artış göstermesi sağlık alanındaki etik açmazlarımızdan bir başkasıdır. Bu konuda özellikle görevi başında ya da mesaisi bittikten sonra maruz kalınan şiddetin mutlaka dikkate alınması gerekmektedir. Hiçbir hasta ve hasta yakınının böyle bir saldırı içinde olmasının haklı gerekçesi olamaz ve olmamalıdır. Hasta hakları kapsamında böyle bir içerik asla söz konusu değildir. İster sağlık personeli isterse de hasta ve yakınları arabında hiçbir şekilde şiddet unsurunun varlığı yer almamalıdır. Hasta ve hasta yakınları sağlık personelinin özellikle günümüz koşullarında nasıl özverili çalıştığını anlamak ve kavramak durumundadır. Belki bunun hastanın içinde bulunduğu konum ve ruh hali itibariyle mümkün olmayacağını söyleyebilir ve ona daha çok anlayış gösterilmesi gerektiğini düşünebiliriz. Ancak “hak” kavramının iki yönlü olduğunu ve hasta kadar sağlık personelinin de hakları olabileceği unutulmamalıdır. Bu sorunun çözümünde hukuki tedbirlerden önce etik yaklaşımların benimsenmesinden yanayım. Hasta haklarına vurgu yapan her köşe yazısında, makalede ve haberde sağlık personelinin de varlığından ve onların temel haklarından bahsedilmesi bu açıdan çok önemlidir.
Sağlıkta etik yaklaşımlardan ve etik bakış açılarından yanayım. Karmaşa oluşmasının hiçbir zaman belli bir düzen ortaya koyamıyor ne yazık ki. Bir an önce sağlık alanındaki sıkıntıların yetkililerce ve konunun taraflarınca birlik içerisinde ele alınması ve aksaklıkların giderilmesi en sağlıklısı olacaktır.”