Deprem Ziyaretimiz

09.11.2011

Değerli meslektaşlarımız,

Kurban bayramınızı bir kez daha kutlarken, esenlikler diliyoruz.

Bu Kurban Bayramı’nı biri birini izleyen acılı olaylar zinciri ile karşıladık. Bunlardan biri olan Erciş Depremi nedeniyle çok sayıda hekim ve sağlık çalışanı bayramı deprem bölgesinde geçirmektedir.

İzmir Tabip Odası olarak birçoğumuzun bayramı kutladığı ve dinlenmeye çalıştığı bugünlerde Erciş’teki meslektaşlarımızı unutmadık!

Bayramda günü birlik (06.11.2011) de olsa Erciş’teki meslektaşlarımızı ziyaret ettik. Bu ziyaret Oda’mız Genel Sekreteri Dr Ceyhun BALCI ve odamız üyesi olmasının yanı sıra HİASD (Herkes İçin Acil Sağlık Derneği) Başkanı da olan Dr Ülkümen RODOPLU tarafından gerçekleştirilmiştir.

Kısa süre söyleştiğimiz arkadaşlarımızın ne güç ve çetin koşullar altında çalıştıklarına tanıklık etmiş olduk.

Erciş Depremi yarattığı önemli yıkım ve yol açtığı yüzlerce can kaybı ile önemli bir afettir. Can kayıpları arasında 3 de hekim vardır.

Güç koşullar altında özveriyle hizmet veren meslektaşlarımızın bu anlamlı hizmetinin depremzede insanlarımızca da şükranla karşılandığını sevinerek öğrendik.

Ancak, yine de bu kutsal hizmeti verenlerin temel insani gereksinmelerinin karşılanması gereğini göz ardı edemeyiz. Kaldı ki, koşullar zor ve seçenekler kısıtlı olsa da söz konusu asgari gereksinimlerin karşılanması olanaksız değildir.

Bu konuya ilişkin kapsamlı değerlendirmemizi ilgililerle de paylaşacağımızı bilmenizi istiyoruz.

Şunu aklınızdan hiç çıkartmayınız!

Zaman ve mekân gözetmeksizin sizlerin arkasında değil yanınızda olmayı sürdüreceğiz.

Saygılarımızla…

İzmir Tabip Odası


ERCİŞ’TE BİR KAÇ SAAT

 

Kendi adıma ilk deneyimimdi. Gittiğim yerden aynı gün hem de aynı uçakla dönmeyi daha önce hiç denememiştim.

Van’a indikten sonra 103 kilometre uzaktaki Erciş’e gidip gelmek ve uçağı kaçırmamak başlı başına bir serüvendi.

İlk bakışta başarılabilir gibi görünen bu işin gerçekten de serüven olduğunu yolun daha ortalarına varmadan anlayacaktık.

Türkiye’de aynı gün ve hatta aynı saatte 4 mevsimin yaşanması olağan dışılık içermez. Biz iki ayrı mevsimi Van’da yaşadık!

1860 metre yükseklikli Tasmalı Geçidi’nde aniden bastıran ve yolu kayganlaştırarak ilerlemeyi güçleştiren kar daha başlangıçta gözümüzü korkutmaya yetti.

Birkaç kilometre sonra hiç bir şey olmamışçasına süren ve günlük güneşlik Van Gölü manzaralı yolculuğumuz kaygılarımızı dağıtmış oluyordu.

Öncelikle bir çelişkiye değinmekte yarar var. İlin adıyla “Van Depremi” adlandırması sonuçlar bakımından yanıltıcı. Yine görünüm bakımından “Erciş Depremi” daha doğru bir adlandırma gibi göründü gözümüze.

Yol boyunca gördüğümüz büyük ve küçük baş hayvan sürüleri konusunda sürücümüzün yaptığı açıklamayla aydınlanmış olduk. Ağıllar ve hayvan barınakları da depremden zarar görmüş. Belli ki, onlar da tıpkı insanlar gibi barınaksız kalmışlar.

Van’ı görüp de Erciş’e gelince yaşananın Erciş’in afeti olduğunu anlamamız kolaylaşmış oldu.

Girişte Erciş Şeker Fabrikası’nın dimdik ayakta ve çalışır durumda olduğunu görünce aklın, ciddiyetin ve doğrulardan ödün vermezliğin anıtını selamlamış oluyorduk!

Daha sonra Sahra Hastanesi’ne dönüştürülen Kapalı Spor Salonu ve yakınındaki çadırkent felaketin boyutlarını fazlasıyla ortaya koymuş oluyordu. Bir doğal afette ayakta kalması gereken hastane de kullanım dışıydı.

Kumdan kaleler gibi yerle bir olmuş çok katlı betonarme yapılar hâlâ kendisini hayvanlar aleminin dışındaki ayrıcılıklı bir yere koymaya çalışan budala insanın yenilgisini belgelemekteydi.

Ayakta kalabilip de oturulamaz durumdaki sayısız yapı da dikkatli bakılmadığında gözden kaçabilecek kadar çoktu.

Yıkılan betonarme yapıları bu şekilde adlandırmak da “betonarme” kavramına haksızlık olacağı için bir doğa olayı sonucunda insan eliyle yaratılmış trajedinin failleri “hilenarme” olarak anılmalı!

İnsanımız yurdun başka birçok yerinde olduğu gibi Erciş’te de teknolojiden yararlanıyordu. Yardımların yanı sıra GSM şirketlerinin mobil baz istasyonlarını taşıyan kamyonların çokluğu da bu saptamayı doğrulamaktaydı.

Teknolojiyi üretmeyen ama parasını vererek kullanan insanımız akıl ve bilim konusundaki aymazlık ve duyarsızlığının bedelini “hilenarme” yapılar altında kalarak ödemişti kimbilir kaçıncı kez!

Çöken yapıların altında kalarak tanınmaz hale gelen yine teknoloji ürünü her türden motorlu taşıtın çokluğu da şaşırtıcı olduğu kadar düşündürücüydü.

Bir başka ilginç not da çöken yapılarla ilgili. Depremde hasar gören yapıların önemli bölümü son yıllarda inşa edilmiş yeni yapılar. Üzerinde düşünülmesi gereken bir durum.

Dikkatten kaçmayan bir başka nokta da deprem sürecinde TSK’dan yararlanıldığına ilişkin göze batan belirtinin yokluğuydu.

Dönüşte havaalanında rastladığımız bir subaydan öğrenebildiğimiz kadarıyla TSK depremi izleyen ilk günlerde yardımların dağıtımı sırasında yaşanan yağma ve karmaşa sonrasında anımsanmış. Ancak, belli ki dağıtımdan öte bir rol de verilmemiş.

Girişteki çadırkentten sonra Erciş içine serpilmiş sayısız tek ya da grup halinde çadırlar afet yönetimi açısından bir olumsuzluk yansımasıydı.  Yeterince güvenlik olmayışı evleri yıkılmayan ama içine de girilemeyen ve her türlü eşyasını koruma derdindeki vatandaşa bu olumsuzluğu dayatmakta mıydı? Bu durumda akla gelen sorular şöyle sıralanabilir. Henüz yıkılmamış olan ama bir artçı ile yıkılması olası yapı yanı başındaki çadırdakilere de mezar olmaz mı? Bu denli dağınık çadır yerleşimi halk ve çevre sağlığı sorunu oluşturmanın yanı sıra her türlü hizmetin ulaştırılması bakımından da zorluk yaratmaz mı?

Erciş’te göze çarpan bir başka gerçek de yardımların dağıtım ve sunumundaki çok başlılıktı. Kızılay’ın yanı sıra Türkiye’nin çeşitli kentlerinden belediyeler ve çok sayıda vakıf adının öne çıktığı kolaylıkla gözlemlenebilmekteydi. Oysa, geleneğimiz değil midir? Yardım etmek ama bu yardımı olabildiğince hissettirmeden yapmak! Reklam ve yatırım kokan bu ayrıntıyı da paylaşmaya değer görüyoruz.

Sağlık hizmetleri ve o yaşamsal hizmetin öznelerine ilişkin sorunlar bir başka yazının konusu olacak kadar kabarık!

Yardımı ve yardımın bir parçası olan insanı yöreye göndermek sorunu çözmüyor. Bunları akılcı bir şekilde bir araya getirip afetzedenin kullanımına sunmak da başlı başına önemli bir sorun!

Afet yönetimi ve afetin sonrasına yaklaşım ne zaman düzelir, bunu ne zaman öğrenebiliriz? sorusu da aklımızdan neredeyse hiç çıkmamaktadır. Bu sorunun yanıtı çok kısa ve yalındır! Yapılarımız ve konutlarımız depremde yıkılmadığında!

Yaşamın her alanında geçerli olan ilke afetlere de uyarlanabilir.

Çünkü, bir olumsuzluğun ortaya çıkmasını önlemek o olumsuzlukla baş etmekten çok daha kolaydır.

Eğer insanımız teknoloji kullanımı konusundaki heves ve isteğini aklını kullanmaya da yöneltirse sorun çözülmüş olacaktır.

Ceyhun BALCI, 07.11.2011

 

 

Fotolar için tıklayınız...

 

Bu haber 2076 kez okunmuştur.