Değerli meslektaşlarımız,
Oynak taşın altındakiler
Köprü'de İnecek Var, geçtiğimiz aylarda O Yaz... adlı ilk öykü kitabı yayımlanan Birsen Ferahlı'nın yeni kitabı. Birsen Ferahlı, 'Köprü durağında bir çocuk olarak inip, altı yıl sonra o duraktan bir genç olarak ayrılan öğrencilerin Köprü'sünü anlatıyor' kitapta.
Ayşe SARISAYIN
Köprü'de İnecek Var'ı okuduğum süre boyunca, O Yaz...'la birlikte bir de yazı eşlik etti bana: 'Oynak Taşın Altındakiler'. Birsen Ferahlı'nın sanal edebiyat sitesi www.iktidarsiz.com'da yer alan, Nisan 2006 tarihli yazısı. Selçuk'ta, çocukluk ve gençlik yıllarının geçtiği baba evinde büyük bir tadilat yaptırdığı sırada yazdığı, onun çağrışımlara açık, kimi zaman bir tokat etkisi yapan, kimi zaman gülümseten, ancak hep düşündüren, öykü tadındaki denemelerinden biri. Az önce baktım, gönderdiğim yorum hâlâ duruyor sitede: 'Bu demektir ki, orta odada altına para, düğme, parlak kâğıt sakladığımız oynak taşı son kez göreceğim yarın' diyor Birsen Ferahlı. Oynak taş artık ulaşılamayacak kadar derinlerde kalmış gibi görünse de, hâlâ yerli yerinde. Oynak taşın altında bozuk paralar, düğmeler, parlak kâğıtlar, çocukluğun tüm anıları. Hayat bilgisi kitaplarındaki anne-baba modelleri, ceviz sandıklar, gelinlikler, işlemeli örtüler, hep aynı koltukta oturan çatık kaşlı büyükanneler, büyükbabalar, odun-kömür sobaları, sobanın yanında uyuklayan kediler, ablalar, abiler, sert bir erkek sesi bazen, gözyaşlarını silen bir kadın ardından, ilk aşklar, ilk kırgınlıklar, ilk okumalar, ilk şaşkınlıklar ve ilk isyanlar...' 'Çocukluk, üzerinde tadilat yapılamayan bir proje' olduğuna göre, kendimize dair ne varsa orada. Oynak taşın altına bilerek ya da farkında bile olmadan gizlediklerimiz, yaşadığımız sürece içimizde; istesek de istemesek de bizimle birlikte...
FARKLILIKLAR KİMİ AYRINTILARDA GİZLİ
Kitap yazılarında (eleştiri diyemiyorum, izlediğim kadarıyla yalnızca sevdiği kitaplar için ve hep çok 'içeri'den yazıyor çünkü) ve denemelerinde 'Oynak Taşın Altındakiler'in ipuçlarını vermeye başlayan Ferahlı, şimdilerde bunların izini sürüyor ve hayattan damıttıklarıyla bir araya getirerek bizlerle paylaşıyor. On bir yaşında Köprü durağındaki yatılı okula başladığı gün 'burnunu cama dayayıp çelimsiz, cesur, yalnız el sallayan' çocuk, burada büyüyecektir. Nereden geldiği, hangi yaşantılardan geçtiği, ardında hangi imkânları ya da imkânsızlıkları bıraktığı pek de önemli değildir artık. 'Gençlikte 'dün' yoktur' gerçi, olsa olsa henüz anılara dönüşmemiş yaşanmışlıklardan söz edilebilir, ne var ki soğuk yatakhanenin demir karyolasında geçecek ilk günlerin ıssızlığını bölmeye yetmez bu yaşanmışlıkların gücü. Geleceğe ilişkin hayallerin de zamanı gelmemiştir daha, alışmak gerekiyordur önce, baskın duygu farklıdır: 'kaçmak, hemen Salihli'deki evimize geri dönmek' isteğidir kimileri için, 'karnına saplanan sancı'dır ya da küçük dolaba 'kolejli bir kıza yakışacak giysilerin sığmaması' yakınmasına sığınmaktır. Okumayı seven bir kız çocuğu, Birsen Ferahlı ise romanlarla avunur, kendisini bir roman kahramanının yerine koymak, dayanmanın en kolay yoludur belki de: 'Heidi de kentin uğultusundan, Clara'nın sivri çatılı kocaman evinden korkmuştu; ama bunu kimseye söylemeden idare etmişti.'
Kitapta yol alırken, bir çocuğun yatılı okul serüveninin eşliğinde onun ruh dünyasına da giriyoruz usul usul. Tüm yatılı okul çocuklarının ortak ruhu bu; farklılıklar kimi ayrıntılarda gizli en çok. Yaşadıkları, gözlemledikleri, hatta hayalleri ortak olsa da, dünyayı algılayış biçimleri Köprü'den ayrıldıktan sonra seçilecek yollarda belirleyici olacaktır. Zaman geçtikçe yatılı okul öğrenciliğinin tüm gerekleri öğrenilirken, kuralları aşmanın yolları da bulunur: İstenirse sakız kontrolü de atlatılır, 'Ateşle barut bir arada olmaz!' çığlıklarına rağmen küçük kaçamaklar da yapılır pekâlâ: 'Bir bakış, bir şarkı, bir dansla başlayıp Köprü'de yaşanan gençlik aşklarının kimisi hayat arkadaşlığına dönüştü, kimi dostluklarla güçlendi, bazıları da derin bir yürek sızısı bırakarak 'Kimler Geldi, Kimler Geçti' adlı şarkının içinde kaybolup gitti.' Ama Köprü'de, bu 'platonik aşk cenneti'nde, 'cisim değil, yalnızca tek bir isim bile sevdalanmaya yetecektir' çoğunlukla.
Duvarların dışındaki hayatlar ve evler izlenirken, kavramlar belirginleşmeye başlar: 'Sonra kendi evini düşünür. Tatilde eve gittiğinde hissettiklerini... Evi neresi? Analı babalı, ağabeyli kardeşli, konu komşulu hayat mı? Tek kapaklı bir dolap ve tek kişilik bir demir karyoladan ibaret diğer hayat mı?' Duygular birbirine karışır, büyümenin, birey olmanın sancıları yaşanır tüm şiddetiyle. Yol ayrımına böyle gelinecektir: Ya 'Adyömersi falları'ndan yakışıklı bir erkek seçilip hayallerin ulaşabildiği bir evin kapısından içeri girilecektir ya da... Hayal öylesine kusursuzdur ki, gerçekleşmeyeceğini de sezdirir içten içe. Bir karar verilmek zorundadır: 'Kendini hayatın akışına bırakmak ya da okuyup adam olmak.' Karar geri dönmemek yönünde olacaktır, kasabalardaki, küçük kentlerdeki tekdüzeliğin dışına çıkılmıştır bir kez. Güçtür güç olmasına, ama altından kalkılacaktır: 'Sıkıya alıştırmışlardı bizi, ayakta kalmayı öğretmişlerdi, çünkü hayat yumuşak bir şey değildi.'
Köprü'de İnecek Var, bir çocuğun yetişkinliğe geçiş yıllarındaki kişisel değişimini anlatmıyor yalnızca, çok daha önceleri başlayan kentsel değişimi de kapsayan bir süreç çıkıyor karşımıza. Latife Hanım'dan Ayşe Mayda'ya, Tatariler'den Uşakizade'lere, Süleyman Ferit Eczacıbaşı'ndan Sezen Aksu'ya, İzmir'le bütünleşmiş pek çok kişi anılıyor bu kitapta. 'Bel büken yalı romantizmi'nin yok oluşu, müteahhitlerin devreye girişi, deniz manzaralı dairelere geçiş: 'Köprü'de ve İzmir'in hemen her yerinde hayat, uzun bir koridora sıralanmış üç odaya ve koridorun sonuna eklenmiş bir salona hapsoldu. Yalnızca üst üste evlerden, bir de o evlere sahip olabilmek için gösterilen çabadan ibaret oldu hayat.'
'Çoğunlukla bahçe içinde, sobalı evlerden gelen' çocuklar için, kent hayatı çekicidir; renkleriyle, ışıklarıyla, taşradan farklı tarzıyla büyüleyicidir adeta. Yakından gözlemlenir bu yüzden, en küçük ayrıntılar bile kaydedilir belleğin bir köşesine. Köprü'nün tanıklıkları, eski İzmir'den damıtılanlar O Yaz...'daki öykülere uzanacaktır yıllar sonra.
Bir Deli Heves'te Kordonboyu'nda kol kola yürüyen çiftlere bakarak gülümseyen Fehime, sahip olduğu tüm imkânlara, aşçılı, hizmetçili, özel terzili, Victoria tarzı mobilyalı görkemli hayatına rağmen kendini sorgulamamayı başaramayacaktır, hayatında tutku yoktur çünkü: 'Gemileri yakmaya değecek bir sarsıntı yaratmayacak güzellik, duvardaki köhne bir portreden başka nedir ki?' diye sorar kendine. 'Ne tutar onu? Bu şehir mi, anılarla ağırlaşmış o köşk mü? Bir inat uğruna evlendiği ve Rum hanendeyle yaşadığı tutkuyu kendisinden esirgeyen adam mı?' soruları, Fehime'yi dönüşüme hazırlayarak bindiği arabanın 'gençliği ensesinden de belli olan', 'kara, kapkara' gözlü şoförüne, 'Çek koçum Yamanlar'a!' dedirtecektir ona. Tutkunun olmadığı bir hayatın içinde, 'parayı kendine yakıştırmak'tan yorulmuştur...
KÖPRÜ'NÜN İZLERİ ÖYKÜLERDE
Birsen Ferahlı'nın kentli olsun kasabalı olsun, tüm öykü karakterlerinin sağlam bir zeminde oluşmasında, Köprü ile Selçuk arasında gidip gelerek geçen çocukluk ve ilkgençlik yıllarının etkisi olsa gerek... 'Çek koçum Yamanlar'a!' diyen Fehime ne kadar sahiciyse, Kabul Günü'ndeki Hâkim'in Fatma, Doktor'un Münevver, Tapucu'nun Sevim ve diğerleri de o kadar sahici. Kasabadaki erkek hiyerarşisinin kabul günlerinde de sürüp gittiği bu kadınlar dünyasında; nemse böreği, muzlu pasta, kolalı örtü, ütülü perde vb. nesneler dışında, tutunulacak bir alan yok gibidir. Tiyatrocu olma hayallerine veda edip savcının karısı rolünü üstlenen Rabia, avuntuyu ve doyumu gizli düşlerinde arar artık. Yine de umutlar tükenmemiştir henüz, kim bilir, belki Rabia da 'içi ışıklı yeşil gözleri olan' Ahsen Abla gibi 'tutkuyu gerçeğe dönüştürmek'ten kaçınmayacaktır günün birinde. Aynı adlı öyküde anlatıcı genç kızı yatılı okula gittiği için destekleyen, büyük okulları bitirmeye özendiren, 'Ah şimdiki aklım olsaydı! Ah!' diye hayıflanan Ahsen Abla, dönüşmeyi başarmıştır sonunda. 'Bir an önce odama kapanmak, edebiyat şubesindeki çocuğun defterimin arasına bıraktığı, sayısız okumalarla kâğıdını yıprattığım aşk mektubuyla baş başa kalmak istiyordum' diyen anlatıcı ise Köprü'deki tüm genç kızların sesini duyurur bize.
'Kimyadan daha önemli ibretlik bir hayat dersinin işlendiği' Kimya Dersi öyküsü de, Köprü yıllarına uzanır kuşkusuz. Yatılı okulda süregelen sarsılmaz disiplin, deprem olduğunda bile, 'Geceliğinizi filan çıkarıp formalarınızı giyin, saçlarınızı örüp sessizce yataklarınıza girin, ilerleyen saatlerde tahliye gerekirse, öyle don paça çıkmayın bahçeye' diyen seste somutlaşır. 'Vatana, millete hayırlı, alnı ak, başı dik hanım kadın kızlar' olmanın yolu gösterilir böylece. Hem 'bir genç kız için hayatının en önemli günü, belinde kırmızı kuşak, teliyle, duvağıyla, baba evinden çıktığı gündür' zaten. Bununla da yetinilmez, gelinlikle çıkılan bir evin kapıları tümden kapatılır, geri dönüş kefenle olabilir ancak.
Köprü'de günlük yazarken yakalanan ve yazdıkları yüzünden muavinler kurulunda sorgulanan Birsen Ferahlı, 'Ne üç gün tard, ne de babamın verdiği suskunluk cezası aklımı başıma getirmemiş olmalı ki daha sonraları da yazmaktan, günlük tutmaktan vazgeçmedim' diyor. İyi ki de vazgeçmemiş ve O Yaz... zamansız yüzleştiği bir gerçekle sarsılan kız çocuğunun dile getiremediklerini, 'Oynak Taşın Altındakiler'i, Köprü'deki tanıklıklarını ve yıllar yılı biriktirdiklerini aktarmış bize. Köprü'nün izleri öykülerde, öykülerin zemini Köprü'de...
O Yaz... /Birsen Ferahlı/YKY/ 104 s.
Köprü'de İnecek Var/ Birsen Ferahlı/Heyamola Yayınları/ 124 s.