Ulusal Sağlık Politikaları Sempozyumu Gerçekleştirildi...

28.03.2011

Değerli meslektaşlarımız,

“Sağlıkta Dönüşüm” başlangıcından bu yana karşısında durmaya çalıştığımız bir olgudur. Bu karşı duruşumuzun da son derece haklı ve akılcı dayanakları vardır. Karşı durmuş olmak için değil de gerçekten sakıncalı bulduğumuz için var gücümüzle karşı koymaya çalıştığımız bu olgu karşısında sözlerimizi özle tamamlama konusunda da özenli olduğumuzu vurgulamalıyız.

Geçtiğimiz günlerde de dile getirdiğimiz gibi Cumhuriyet gazetesi yazarı İktisatçı Mustafa SÖNMEZ’e “Sağlıkta Dönüşüm : Sağlıkta Ticarileşme, Piyasalaşma” konulu bir çalışma yaptırdığımız bilgisini paylaşmıştık. Bu çalışmanın kitaplaştırılarak pek yakında kitapçı raflarında yer alacağının haberini de kıvançla iletmiş oluyoruz sizlere!

Yine, “Sağlıkta Dönüşüm”ün çeşitli yönleriyle ele alınacağı bir başka etkinliğimiz 26 Mart Cumartesi günü İsmet İnönü Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi. Aşağıda Sonuç bildirgesini sizlerle paylaşıyoruz.

 

SEMPOZYUM SONUÇ BİLDİRGESİ

Sağlıkta Dönüşüm boyunca sağlık harcamaları büyük bir hızla artmıştır. İlk bakışta olumlu gibi görünen bu durum sayısız olumsuzlukla tanışmamıza yol açmıştır. Sağlıkta “nitelik mi, nicelik mi?” sorusu mutlaka sorulmalıdır.

Artan sağlık harcamaları toplumun sağlığını korumayı göz ardı ederken, insanların hastalanmasını kazanç fırsatı olarak görmektedir.


Sağlık parayla alınıp satılan bir metaya dönüştürülmüştür. Sağlık, sosyal bir olgu olmaktan çıkartılarak ticarileştirilmiş, piyasalaştırılmıştır.


Sağlıkta bu temel politika değişikliklerine gidilirken, özelleşmenin de ancak görünürde desteklendiğini görüyoruz.


Türkiye’de hemen her alanda özelleşme özendirilir, hemen her şey özelleştirilirken hekimliğin değil ama hekimlerin kamulaştırılıyor oluşu da ilginç bir durum olsa gerektir.


Sağlığın kazanç kapısına dönüştürülmesi ve daha da kötüsü bu kazanç alanının belirli kişi ya da grupların yararlanımına ayrılması kaygısı özel alanın otorite tarafından örneği görülmemiş bir biçimde denetlenmesi sonucunu doğurmuştur. Özel sağlık alanında hekimlerin bireysel girişimlerinin (muayenehane, görüntüleme merkezi ve laboratuar) önü olabildiğince kesilirken, hekim emeğinin ucuzlaştırılması ve değersizleştirilmesi yaklaşımlarına alabildiğine hız verilmiş olması sıradan bir rastlantı olmasa gerektir.


Kamunun kendisinde bulunmayan vasıfları özel sağlık kurumlarından yerine getirmesini beklemesi fırsat eşitliği bakımından da sorgulanmayı hak eden bir çelişkidir.


Bu alanda, “planlama” adı altında engellemeye hız verilirken her nedense gerçek anlamda planlama akla dahi getirilmemektedir.


Sağlıkta Dönüşüm ile birlikte özendirilen özel sağlık girişimlerine karşı son zamanlarda gelişen olumsuz tutum anlaşılır gibi değildir. Sistemin eğilimlerini göz önünde tutularak bu alana yapılmış olan yatırımların atıl duruma düşmesi ve böylelikle kaynak savurganlığına yol açılması da hiç akılcı olmasa gerektir.


Her derde dava olduğu koşullanması yaratılan “piyasa paradigması” sağlıkta da kendisini gösteriyor. Ancak, tam da bu noktada piyasalaşmanın ticarileşmeyi de beraberinde getirdiği gerçeğinin dile getirilmesinden kaçınılıyor.


Hatta, bu noktada denilebilir ki; “serbest” sözcüğünün ardına saklanmış bir tekelleşme ve ortama tek başına ya da az sayıda oyuncu ile egemen olma eylemi yaşanmaktadır gözlerimizin önünde.


Piyasa paradigmasının oluşturduğu karartma ortamında ilaç endüstrimizin el değiştiriyor oluşu, araştırma-geliştirmeden uzaklaşıp al-satçı anlayışın giderek yerleşikleşiyor oluşu gözden kaçırılmamalıdır.


Yukarıda özetlemeye çalıştığımız ortamda en temel haklardan olan “sağlık hakkı”nın her geçen gün aşındırılmakta olduğunu söyleyebiliriz. Hak ve ödevin biri birini tamamlayan iki ayrılmaz olgu olduğundan hareketle hak kaybı ortamında ödevin de göz ardı edilmekte olduğunu görmekteyiz.


Cumhuriyet’in vatandaşların “tahsili, terbiyesi, sıhhati fertlere veya şirketlere bırakılamaz!” ilkesini anımsadığımızda bugün sağlık ortamında yaşanmakta olanlar daha iyi anlaşılabilecektir.


1980 darbesi ile girilen yeni yolda dünyadaki gelişmelerin de kolaylaştırmasıyla sağlık hakkının ayrılmaz parçası olması gereken devlet ödevlerinden hızlı şekilde vazgeçmektedir. Bu olumsuzluk yaşama geçirilirken toplumun bu önemli olumsuzluğun farkına varamaması için gereken her şey yapılmakta ve bu bağlamda cazibeli uygulamaların öne çıkartılmamasından kaçınılmamaktadır.


 
“Sağlıkta Dönüşüm”
 sürecinde bir yandan sağlık çalışanlarının hakları yok sayılırken diğer yandan da “hasta hakları” diye diye en temel haklardan olan“hasta hakları” da  toplumun dişe dokunur bir tepkisine yol açmaksızın tırpanlanmaktadır.


Her ne kadar bu olumsuzluklar toplumun önüne allanıp pullanarak sunulsa da, dünyanın 16. büyük ekonomisi olduğu övünülerek dışa vurulan Türkiye’nin İnsani Gelişmişlik İndeksi’ne göre dünyadaki yerinin 83.lük oluşu gerçeği tüm çıplaklığıyla gözlerimizin önüne sermiş olmaktadır.


Türkiye’de hemen her alanda hızlanmış olan hak kayıplarının sağlık alanında da kendini göstermeye başladığını göz önünde bulundurarak bu yaşamsal alanda hak kayıplarının önüne geçilmesi bakımından da harekete geçme zamanının gelmiş hatta geçmekte olduğunu vurgulamak zorunda olduğumuzun altını çizme gereği duyuyoruz.


Her ne kadar İzmir Tabip Odası olarak bir hekim örgütü olsak ve önceliğimizi üyelerimizin sorunları olarak belirlemiş olsak da; vermiş olduğumuz mücadelenin toplumun temel insanlık hakkı olan “sağlık hakkı”nın korunmasına da yönelik olduğunu vurgulamak isteriz. Bu mücadelemizin başarıya ulaşması için geniş toplum kesimlerinin desteğinin sağlanması gereğinin farkında olduğumuzu ve bu bağlamdaki çabalarımızın süreceğini özellikle paylaşırız.


Saygılarımızla


İZMİR TABİP ODASI

 


 

 

SEMPOZYUM PROGRAMINA ULAŞMAK İÇİN TIKLAYINIZ...

Bu haber 2849 kez okunmuştur.