Değerli Meslektaşımız,
Tam Gün Yasası’nın bazı maddelerinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesine dayanak teşkil eden gerekçelerin açıklanmasını takiben, iki maddelik yasa teklifi hazırlanmıştır. Yasa teklifinin yeni halinin, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülmesine başlanılmıştır.
Bu yasa teklifinin, Meclis’te görüşülen “Torba Yasa Tasarısı” ile birlikte yasalaşması durumunda;
Bu olanak sadece profesör ünvanı olan hekimlere verilmiş olup, aşağıdaki koşullar ile sınırlıdır:
- Bu hekimlerin, yasal olarak ünvanını üniversite dışında kullanma hakkına sahip olması, yani ünivesitede en az iki yıl süresince fiilen profesörlük kadrosunda bulunması ve idari görevi olmaması gerekmektedir.
- Mesai sonrasında çalışan profesörler, sadece SGK ile anlaşması olmayan özel hastanelerde ve vakıf üniversitesi hastanelerinde çalışabilirler.
- Mesai sonrasında çalışan profesörler, kurumlarından ek ödeme alamazlar.
Hukuk büromuzun görüşüne göre, bu yasa teklifinin Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararında yer verilen değerlendirme ve tespitler dikkate alınmadan hazırlandığı ve Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararına aykırılıklar taşıdığı açıktır.
Söz konusu yasa teklifi, herhangi bir değişiklik olmadığı takdirde, komisyonlarda görüşüldükten sonra, kısa sürede (tahminen birkaç hafta içerisinde) Meclis Genel Kurulu’na gelecek ve büyük olasılıkla yasalaşacaktır. Bu durumda, yasaya karşı doğrudan iptal davası, sadece ana muhalefet partisi veya meclis üye tam sayısının 1/5’i ( 110 milletvekili) tarafından Anayasa Mahkemesi’nde açılabilir. Ayrıca yasa çıktıktan sonra; yürürlüğe konulacak yönetmelik, tebliğ, genelge gibi düzenleyici işlemler ya da bireysel işlemler ortaya çıktığında, Danıştay veya idare Mahkemeleri aracılığıyla başvuru yapılarak, yasanın iptali amacıyla dosyanın Anayasa Mahkemesi’ne gönderilmesi talep edilebilir. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı ile ilgili düzenleme, referandumdan iki yıl sonra yürürlüğe gireceği için bu dönem itibarıyla doğrudan bireysel başvuru söz konusu değildir.
Hekim örgütü olarak bu durumda ne yapılabilir?
Aslında bu sorunun yanıtı/yanıtlarını irdelemeden önce, örgütsel varlığımızı sorgulamakta yarar vardır. Çünkü öncelikle hem hekim örgütü ile hekimler arasında, hem de hekimlerin kendi arasında dayanışmanın yeniden oluşturulması son derece önemlidir.
Örneğin yaşanan son olay, Sağlık Bakanlığı’nın muayenehaneleri kapatmaya yönelik keskin bir hamlesi olarak basite indirgenebilir. Bu dar bakıştan yola çıkarsak ve kamuda çalışan hekimlere ait muayenehane sayısının iki bini geçmediğini düşünecek olursak, aslında hekimlerimizin çoğunluğu bu konu ile hiç ilgilenmeyebilir. Hatta çoğu hekim bu olayı, geçmişte yaşadığı benzer olumsuzluk durumlarında duyarsız, sessiz ve eylemsiz kalan üniversitede çalışan hekimlere ya da muayenehaneleri olan kimi meslektaşlarına verilen güzel bir ders olarak görebilir. Ancak bu görüş çözümden ziyade, soruna odaklı olduğundan yararsızdır.
“Susma, sustukça sıra sana gelecek” söylemi bu ülkede sıklıkla söylenir. Bireysel olmanın ötesinde, dayanışma için yakarışlarda en tercih edilen slogandır. Ama bu ülkede, üstelik hekimler arasında bu söylem hep sonuçsuz kalır.
‘’Duyarsızlık, korku, rekabet, nefret, kıskançlık’’, dayanışmayı yer bitirir. Gelinen nokta da budur. Birinci basamakta çalışan bir ASM hekimi ile TSM’lerde çalışan bir hekimin; Sağlık Bakanlığı eğitim ve araştırma hastanelerinde çalışan bir hekim ile üniversite hastanelerinde çalışan bir hekimin; temel bilimlerden uzmanlığını almış bir hekim ile klinik bilimlerde uzman olan bir hekimin; ya da bir asistan hekim ile öğretim üyesi bir hekimin dayanışması ne kadar mümkündür?
Ne zaman ki, bir hekim, herhangi bir meslektaşının başına gelen bir iyiliği, gelecekte başına gelecek iyilikler için bir fırsat olarak görürse; ne zaman ki, bir hekim, herhangi bir meslektaşının başına gelen bir kötülüğü, gelecekte başına gelecek kötülükler için bir risk olarak görürse, yani işin özü; mesleki dayanışma sağlanır, iş barışı korunursa, işte o zaman hekim örgütü, bağcıya bağırmaktan öte bir şeyler yapacak gücü kendinde bulabilir.
Soruya tekrar dönelim. Hekim örgütü olarak bu durumda ne yapılabilir?
Öncelikle “iyi hekimlik” değerlerimizi ön plana çıkarmanın yolu mutlaka bulunmalıdır. Örneğin hastanelerde, muayenehanelerde ya da ASM’lerde “iyi hekimlik” değerlerini koruyan pek çok hekimimiz yok mu? Hekimliğin yapıldığı pek çok yerde insan hayatları kurtulmuyor mu? İnsanlarımızın iyi hekimliği bulacakları yerler için, özgür iradelerinden kaynaklanan talepleri yadsınabilir mi? İyi hekimliğin gecesi gündüzü ve tek bir mekanı yoktur.
Hekimlerimizin önemli bir kısmının performansa dayalı ücretlendirme, aile hekimliği sistemine geçiş sonrası maddi kazançları eskiye oranla artmıştır. Ancak bu artış, iş barışını bozan, mesleki hata riskine neden olabilecek ve garantisi olmayan bir artıştır. Ne yazık ki artık bu kazançtan, kayıpların yaşandığı bir döneme geçiş başlamıştır. Bu nedenle bizim talebimiz, genel bütçeden karşılanan, sabit, emekliliğe yansıyan, mesleğimizin ve emeğimizin karşılığı olan bir ücret artışıdır. Bu artış sağlandığı takdirde, mesai sonrası serbest çalışmanın temel dinamiği sadece hasta talebi olacaktır.
Hipokrat yemininde olduğu gibi, artık dayanışma zamanıdır. Genel seçime yürüyen ülkemizde halka iyi hekimliği göstermek, iyi hekimleri konuşturmak zorundayız. Kısır döngülerden uzak durmalıyız. Oradan oraya savrulan değil, amacı üzüm yemek olan güçlü bir örgüt olmalıyız. Bu bizim son şansımızdır. Eğer iyi hekimlik ve hekim hakkı adına mücadele için, katkınızı ortaya koyma kararınız var ise, hekim meclisi temsilcinizle, tabip odanız yöneticileri ile iletişime geçmenizi ve düşüncelerinizi paylaşmanızı dileriz. Birleştikçe gücümüz artacaktır.
Saygılarımızla,