Son günlerde, basında yer alan haberlerde katarakt ameliyatı sonrasında görmesini yitiren insanlarımızdan söz edilmektedir. Öncelikle şunu vurgulamak gerekir; ne yazılırsa yazılsın, hiç birisi zarar görmüş hastaların yitirdikleri görme duyusu karşısında hafifletici ya da olayın vahametini silen bir gerekçe değildir. Hekimlik mesleğinde, gereken en yüksek özen ve tedbirler ile gerekli mesleki tecrübeye dayalı en yüksek kalitede uygulama kaçınılmazdır. Bu yazıda amaçlanan, yaşanan olaydaki hekimlik özensizliğinin , tedbirsizliğinin ya da deneyimsizliğinin tartışılması değil , giderek artan bu tür sorunların , neden yaygınlık kazandığı konusunda kamuoyunu aydınlatıcı, genel bir yaklaşım yapmaktır.
Tıbbi açıdan bakıldığında olaydaki görme kayıpların nedeni, herhangi bir göz içi cerrahisi sonrası ortaya çıkabilen, göz içi iltihaplanması yani “ endoftalmi” komplikasyonudur. Endoftalmi , tedavisi zor bir ameliyat komplikasyonudur ve literatürde %0.04 sıklıkta bildirilir . Bu komplikasyon, sadece ülkemizde değil tüm dünyada önemli bir sorundur, ayrıca son haberlerde olduğu gibi sadece özel kurumların değil, kamu kurumlarının da sorunudur. Bu son olaylarda sorunun kamuoyonun gündemine gelmesinin nedeni, ardı sıra olgularda olması, hastaların birbirini tanıyacak şekilde aynı yerleşim yerinden gelmesi ve olayın bir “özel” kurumda meydana gelmesidir. Bu noktada ülkemizdeki sağlık sunumunda, özel sağlık kurumlarının durumuna vurgu yapmakta yarar vardır.
1.Ülkemizde sağlık hizmetlerinin bir kısmı, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından , özel kurumlardan satın alınmaktadır. Buna hazırlık olarak da , Sağlık Bakanlığı denetiminde ve yasal düzenlemeleri ile özel sağlık kurumlarının çoğaltılması politikası uygulamaya konmuştur. Zaman içerisinde özel sağlık kurumlarının sayısı artırılırken , bir yandan da sürekli olarak yeni mevzuatlar ile, bu kurumlar süratle özel sektör olma durumlarını yitirmiştir. Bu konudaki mevzuata yakından bakıldığında aslında bu kurumlar, idari olarak Sağlık Bakanlığına, mali olarak da Sosyal Güvenlik Bakanlığına tam olarak bağlı kurumlar olarak çalışmaktadırlar.
2.Özel sağlık kurumlarının , Devlet kurumlarından iki temel farkı vardır. Birincisi ; çalışanların kadroları devletçe belirlendiği halde, bunların maaşlarını devlet değil , sözde özel işletme ödemektedir. İkincisi; devlet bu kurumları aynı zamanda vergi dairesi olarak kullanarak , bu kurumlar üzerinden kar elde etmektedir. Bunun nasıl olduğunu basitçe anlatırsak; özel bir merkezde muayene olan bir hasta için, devlet yani SGK brüt 21.80 TL ücret ödemekte, bunun vergilerini çıktığımızda , net olarak ödenen para 12.80 TL kalmaktadır. Buna karşılık bu hasta cebinden , “muayene ve tetkik olduğu için“ devlet kasasına iletilmek üzere, özel kuruma bir vergi ödemektedir. Bu vergi , 12 TL kuruma , 3 TL de eczaneye olmak üzere toplam 15 TL dir. Sonuçta devlet hastadan 15 TL alıp , kuruma 12 TL ödemekte ve hem hastanın muayene ve tetkikleri yapılmakta, hem de bu işten devlet kar etmektedir. Sonuçta “özel işletme “ görünen bu sağlık tesisleri aslında devletin hastalar üzerinden para kazandığı birer vergi dairesi olarak çalışmakta, nerdeyse , sağlık hizmetini ise bir yan ürün olarak yerine getirmektedirler. İşin çok vahim tarafı , bu konuyu , bırakın sokaktaki vatandaşı , hekimlerimizin bile bir çoğu bilmemektedir.
3.Buna çok benzer bir yaklaşım , katarakt ameliyatı konusunda da geçerlidir. Katarakt ameliyatına SGK , 420 TL brüt ödemektedir. Bu paranın içinde üç ana giderİ vardır; kurumsal işletme giderleri, malzeme giderleri ve hekim giderleri. Özel kurumların işletme giderleri olağanüstü yüksektir. Zira , Sağlık Bakanlığı çıkardığı yönetmelikler ile gerek personel , gerek ise işletme giderlerini en üst düzeye çıkartmıştır. Bu konuda kurumların kullanabileceği hiçbir insiyatif yoktur. Bu nedenle özel kurumlarda zorunlu olarak, malzeme ve hekim giderleri kısılmaktadır. Bir çok yerde hekimler, sadece resmi muayene parası karşılığına ameliyat yapmaya zorlanmaktadırlar. Kurumlar malzeme giderlerini de aşağı çekmeye çalışmaktadırlar. Bu konuda “maksimum tasarruf “ yapılmak zorunda kalınmaktadır. Bu “maksimum tasarruf” sadece özel kurumlarda değil , devlet kurumlarında da yapılmaktadır. Aynı sorunlar , devlet kurumlarında yaşanmaktadır. Maksimum tasarruf demek , olabildiğince az ve ucuz malzeme ile olabildiğince çok ameliyat yapmaya zorlanmak demektir.
4.Bütün bu gerçeklerden hastalarımızın haberi yoktur.
a-Hastalar, bir katarakt ameliyatının hekim emeği ve gerçek maliyeti konusunda bilgi sahibi değildirler. Ülkemizde yürütülen hekim emeğini değersizleştirme politikası nedeni ile hekim emeğini aşağılayacağı maaliyetler çıkarılmaktadır. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde bir katarakt ameliyatının maaliyeti, hem de aynı teknik ve aynı malzeme ile 3000 TL iken bizdeki maaliyet brüt 420 TL’dir. Bu ücret içerisindeki 300 TL ile işletme, personel ve malzeme giderleri karşılanmaktadır.
b-SGK , ameliyat için ödeme yaptığı hastalardan , hem muayene ücretinin alınmamasını , tüm tetkiklerin bu ücretin içinde olmasını , hem de hastadan “vermek istemez ise “ ek hiçbir ücret ( ki alınabildiğinde %30 üst sınırı vardır) ücret alınmadan ameliyat yapılması gerektiğini ,tek taraflı “ kelepçe “ sözleşmelerine kaydetmiştir. Hastalar , kendilerine herhangi bir şekilde bir ameliyat önerildiğinde , “ücretsiz” olmak koşulu ile başka hiçbir soru sormadan ve bilgi almaya gerek duymadan ameliyat olmayı kabul eder hale getirilmişlerdir ve bunun bir hizmet olduğunu düşünmektedirler.
Hekimlik, en eski ve en kutsal mesleklerden birisidir. Aslında şimdiye kadar da ülkemizde hekimlik , piyasalaşma olgusuna karşı bir direnç göstererek, olabildiğince etik sınırlar içinde yapılmaya devam edegelmiştir. Ancak , uygulanmakta olan Sağlıkta Dönüşüm Programı, esasta toplumu ön planda tutan bir proje değildir. Toplumun , sanki hizmet veriliyormuş gibi gözünü boyamaya yönelik bir projedir. Temeli de hekimlik mesleğinin maddi ve manevi olarak değersizleştirilmesi ve sağlığın piyasalaşması esasından hareket etmektedir. Ne yazık ki bu projede , senaryoyu ve sahneye koyma işlemini Sağlık Bakanlığı , yapımcılığı da SGK yapmaktadır. Sahnedeki oyuncular ise , hangi kurumda çalışırsa çalışsın , hekimler ve hastalardır. Sahnede işlerin iyi gitmediği anlarda, senarist ve yapımcı , kesin rolünü belirledikleri hekimleri suçlayıvermektedirler. Burada daha trajik olan , sahnedeki hekimler , ellerine yazılmış olan senaryoyu oynarken ortaya çıkan yanlış ve hataları değerlendirirken, sahnedeki bir başka meslektaşını da suçlayıvermektedir. Ne eline yazılarak verilmiş senaryoya , ne de yapımcının üç kuruşa sahneye koyduğu oyuna kabahat bulmamaktadırlar…
Afyon’da, sahnedeki hekimlerin bireysel hataları olmuştur. Hastaların da olmuştur. Ama , bu zavallı oyuncuların elindeki senaryo ve yapımcının dolaylı yönlendirmeleri , “ sufleleri “ bu kadar göz ardı edilebilir mi ? Hazır olalım , bu olaylar bu sistem içinde giderek artarak devam edecektir. Sahnedeki oyuncular ne kadar dikkat ederlerse etsinler , ellerindeki senaryo yanlıştır ve bu yanlışları , hekimlik idealleri , etik anlayışı ve inanılmaz pahalı eğitim ile elde edilmiş bilgi ve becerilerin üç kuruşa ortaya dökülmesi bile örtmeye yetmeyecektir.
Prof.Dr.Süleyman Kaynak
D.E.Üniversitesi Tıp Fakültesi
Göz Hastalıkları AD.