Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi'nin, tıp fakültelerine "IMF anlaşması" ile el konulması ile ilgili olarak 1 Aralık 2010 günü düzenlenlediği basın toplantısı metni ve imza kampanyası bağlantısı aşağıdadır.
01.12.2010
BASIN AÇIKLAMASI
Büyük İhale! Tıp Fakülteleri Satışta…
Tıp fakültelerine “IMF anlaşması” ile el kondu. 22 tıp fakültesi mali kaynak için hükümetle protokol imzalamak zorunda kaldı. Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin de içinde olduğu 6 tıp fakültesine ise hastane binası karşılığında el kondu. Sırada tıp fakültelerinin Kamu Özel Ortaklığı yoluyla uluslararası sermayeye devri var.
Peki, Tıp Fakülteleri bu noktaya nasıl getirildi?
60–70 yıldır varlıklarını geliştirerek sürdüren tıp fakülteleri son sekiz yılda borç sarmalına sürüklendi. Bu süre ne tesadüftür ki AKP iktidarına denk gelmektedir. AKP hükümeti üniversitelere kaynak ayırmayarak ve ürettikleri hizmetin bedelini ödemeyerek bunu yarattı.
- AKP hükümeti çağdaş ülkelerin tıp fakültelerine ayırdığı kaynağın beşte birini bile ayırmamaktadır. Üniversite hastaneleri bütçe payının azaltılması ve döner sermaye gelirlerine mahkûm bırakılarak kendi yağlarıyla kavrulmaya zorlanmışlardır. Genel bütçeden yeterli kaynak aktarılmadığı için üniversite hastanelerinin toplam sağlık harcamalarının % 85,4’ü döner sermaye kaynaklarından gerçekleşmek zorunda kalmıştır. Sosyal Güvenlik Kurumu’nun sağlık harcamalarının hastanelere dağılımı bize bu konuda net bir fikir vermektedir. Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın başladığı 2003 yılından bu yana özel hastanelerin SGK’den aldığı pay % 12,3’ten, % 31,4’e yükselirken, üniversitelerin payı % 18,9’dan, % 16,1’e gerilemiştir.
- Tıp fakültelerinin hastanelerini işletememe gibi bir sorunları yoktur, hükümet çıkarttığı yasalarla üniversite hastanelerinin SGK’dan olan alacaklarını silmiştir. Bu kapsamda, 2007 yılında Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastane döner sermayelerinin 3,1 milyar YTL düzeyindeki alacağı silinmiştir. Silinen söz konusu alacak toplamları bugünkü fiyatlara getirildiğinde, yıllık bazda döner sermayeli işletmelerin yıllık satış hâsılatının nerede ise % 70-75’ine yaklaşmaktadır. Hükümet bununla da yetinmemiş, bedeli ödenmemiş faturaların bedelsiz kamu hizmeti tanımına sokularak silinmesi kararlaştırılmıştır. Oysaki yine AKP hükümetinin çıkarttığı 4736 sayılı yasa ile hiçbir kamu hizmetinin bedelsiz verilmemesi kararlaştırılmış, Dikili Belediye başkanı bedelsiz su sağlamaktan bu kanun çerçevesinde yargılanmıştır. Yani AKP hükümeti kendi çıkarttığı yasaya aykırı bir uygulama ile üniversite hastanelerinin alacaklarını ödemeyerek bu hastaneleri borç kıskacına sokmuştur.
Hükümet kendi yarattığı soruna nasıl bir çözüm öneriyor?
1. IMF yardımı
22 Temmuz 2010 tarihinde kabul edilen 6009 sayılı Torba Yasa’nın TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmesi sırasında bir soru üzerine Maliye Bakanı bu yasa ile üniversiteler karşısında IMF olduklarını kabul etmiştir.
Üniversiteler borç gelir oranlarına göre sıralandı, içlerinde çok köklü ve büyük tıp fakültelerinin de yer aldığı 22 tıp fakültesine imzalanan bir protokol karşılığında en fazlası 144 milyon TL olmak üzere koşullu para yardımı yapıldı. Her fakülteyle ayrı bir protokol imzalanırken, para yardımı belirli aralıklarla yapılacak mali denetimlere indekslendi. Mali denetimde sınıfta kalan fakülte yardımın devamını alamayacaktır. Böylece üniversitelerin mali özerkliği ortadan kaldırılmaktadır.
Bu protokollerde ne olduğunu öğretim üyeleri, asistanlar, öğrenciler ve kamuoyu bilmemektedir. Türk Tabipleri Birliği bilgi edinme hakkı çerçevesinde iki kez başvurduğu halde protokol metinleri verilmemiştir.
2. Üniversite özerkliği karşılığında hastane binası
Ocak 2010 tarihinde çıkartılan “Tam Gün” yasasının bilinmeyen ve fazla gündeme getirilmeyen bir başka yönü var. Bu yasa ile Sağlık Bakanlığı’na ait sağlık kuruluşlarının Bakanlık ve Üniversite tarafından karşılıklı işbirliği ile kullanılabileceği, ancak bu kullanımın nasıl olacağının ve döner ek ödemelerin nasıl yapılacağının Maliye Bakanlığı ve YÖK’ün görüşü alınarak Sağlık Bakanı tarafından bir yönetmelikle belirleneceği belirtilmiştir. Bugüne dek böyle bir yönetmelik çıkmadığı halde, hem yasadan önce Sakarya’da, hem de yasadan sonra Marmara dâhil olmak üzere beş-altı üniversite ile protokol yapılmıştır. Bu sayı hızla artmaktadır. Bu protokolleri ve içeriklerini öğretim üyeleri, asistanlar, öğrenciler bilmemektedir. Hükümet bu alanda kendi koyduğu yasaya bile uymamaktadır.
Bu yasa ile başta Marmara Tıp Fakültesi olmak üzere bildiğimiz altı fakülte imzalanan bir protokol karşılığında Sağlık Bakanlığı hastanelerinde işlev görmeye başladı. Protokole göre hastane Bakanlıkla Üniversite arasında hastaneyi işbirliği ile kullanma değil, Bakanlığın hastane binası vererek Tıp Fakültesine el koyma girişimidir.
3. Sermayeye devir teslim
26 Aralık 2008 ve 5 Ocak 2009 tarihli haberlerde Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Nihat Tosun Bilkent ve Etlik’te dev sağlık kampüslerinin açılacağını, bunun içinde Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nin kurulacağını, buna ilişkin Kanunun ise 2009’da çıkacağını belirtiyordu. Kanun çıkmadı ama “Sağlık Bilimleri Üniversitesi”nin bina ihalesi yapılıyor.
2010 yılında Sağlık Bakanlığı Kamu Özel Ortaklığı Başkanlığı; sadece Ankara’da Bilkent ve Etlik’te toplam 6112 yataklı 18 hastane, iki Sağlık Bilimleri Üniversitesi ve ticari alanlar için ihale sürecini başlattı.
Sağlık Bakanlığı Müsteşarı bu tür kampüslerden üç büyük ilde kurulacağını söylüyor. En merkezi yerde bulunan devlet hastanelerinin bu yerleşkelere taşınacağını ifade ediyor ama bu kampüslerin yatak sayısı taşınacak hastanelerin yatak sayılarından bile fazla. Sağlık Bakanı ise dün NTV’de yaptığı açıklamada tıp fakültelerinin hastane işletemediğini, Sağlık Bakanlığı’nın bu işe hazır olduğunu, üniversitelerde ise öğretim üyesi kaynağı bulunduğunu söylüyor. Avrupa ülkelerinde de tıp fakültelerinin kendi hastanelerinin olmadığını söylüyor. Mevcut devlete ait tıp fakültelerinin hastaneleriyle birlikte buraya mı devredileceği, yoksa parasız bırakılarak fiilen mi kapatılacağını henüz bilmiyoruz.
Bu dev kampüslerin işletmesi 49 yıllığına yerli, yabancı uluslararası sermaye kuruluşlarına ait olacaktır. Böylece sıra hem devlet, hem de üniversite hastanelerinin ulus ötesi sermaye tarafından işletilmesine geliyor.
Bütün bunlardan kimler zarar görecek?
-Öğretim üyeleri
Bu iç karartıcı tabloda öğretim üyelerinin payına da güvencesiz biçimde çalışmak, performansa dayalı ücretlendirilmek, yoksullaşmak düşmektedir.
İşbirliği Protokolü uygulamaları ile üniversite öğretim üyeleri yasalardan kaynaklanan hakları yok sayılarak Sağlık Bakanlığında topluca görevlendirilmiş, alacakları ek ödemelerin kuralsız bir biçimde Bakanlığa bağlı diğer hastanelerin döner sermayesinden karşılanmasıyla yüz yüze kalmışlardır. Bakanlık tek bir işlemle hem öğretim üyelerinin hem de Bakanlığa bağlı hastanelerde çalışan hekimlerin yasayla düzenlenen parasal haklarını kuralsızlaştırmış ve gasp etmiştir.
“IMF” protokollerinin ise içeriğini ve olası etkilerini şimdilik bilemiyoruz. Oysa öğretim üyelerinin her türlü özlük hakkının kanunla düzenlenmesi, kanuna uygun yönetmelik çıkartılması gerekir. Hakların güvence altında olabilmesi için bu hakları etkileyen üniversite ve bakanlık işlemlerinin gizli protokollerle değil, açık yasalarla düzenlenmesi gerekir.
Öte yandan Tam Gün Yasası ve Kamu Hastane Birlikleri Yasa Tasarısı ile performansa dayalı bir ödeme sistemi getirilmektedir. Performanstan kasıt öğretim üyelerine ürettikleri parça başı sağlık hizmeti üzerinden para verilmesidir. Öğretim üyesinin hekim yetiştirme ve bilimsel çalışma yapma sorumlulukları göz ardı edilmektedir. Bu ise gelecek kuşaklara hizmet verecek iyi hekimlerin yetiştirilmesine bir tehdit oluşturmaktadır.
- Asistanlar
Çizilen çerçevedeki tıp fakültelerinde uzmanlık eğitimi almaya çalışan asistanlar için durum oldukça karamsardır. Artan çalışma süreleri, nöbet izinlerinin kullanılamaması, giderek artan şiddet, çalışma barışının bozulması ve en önemlisi eğitime ayrılan sürenin giderek azalması, alınan eğitimin niteliğinin düşmesi yaşanan ve artacağından endişe duyduğumuz kaygı verici sorunlardır.
- Öğrenciler
Tıp eğitimi verilen ortamların sadece sağlık hizmeti odaklı olması, ticarileşmesi, asistanları olduğu kadar öğrencileri de olumsuz etkilemektedir. Geleceğin hekimlerinin iyi hekimlik değerleri yerine piyasa değerleriyle yetişmesi söz konusu olacaktır. Buna giderek artan öğrenci sayısı da eklendiğinde tıp eğitiminin niteliği çok tartışılır hale gelmektedir.
- Sağlık Çalışanları
Böylesi bir üniversite ortamında sağlık çalışanları uygulanan politikalar sonucunda taşeron şirketlerin köleleri konumuna sokulmuşlardır. Gelecek güvencesizliği, şiddet ve mesleki risklerle ilgili tehditler, yoksullaşma ve çalışma barışının bozulması en başta gelen sorunlarıdır.
- Toplum
Bütün bu yapılanlarla ülkemizin gelecek kuşaklarının sağlık hakkına ipotek konulmaktadır.
Taleplerimiz
Tıp Fakülteleri yerli yabancı sermayenin kârını arttırmak için değil; toplum yararına iyi hekim yetiştirmek, sağlık sorunlarının çözümü için nesnel bilimsel kanıtlar ortaya konulan araştırmalar yürütmek ve nitelikli bir sağlık hizmeti üretmek için var olmalıdır.
Tıp Fakültesi öğretim elemanları fazla bir şey talep etmemektedir. Emekliliğe yansıyan temel ücretin iyileştirildiği, ücretin performansa indekslenmediği, gelecek güvencesi olan, şiddetten ve mesleki risklerden arındırılmış bir çalışma ortamında, nitelikli bir tıp eğitimi verebilecekleri ve bilimsel çalışmalarını yürütebilecekleri demokratik, özerk bir üniversite talep etmektedirler. Bu talepleri dile getiren bir imza kampanyası başlatılmaktadır, Türk Tabipleri Birliği bu taleplerin sonuna dek arkasındadır.
TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ
MERKEZ KONSEYİ